11 Aralık 2015 Cuma

Anlaşma…


Bu çağdaş aşk ve arkadaşlık hikâyesinde Jodi Picoult her anne babanın en derinlerde gizlenen korkusunu ele alıyor; Çocuklarımızı gerçekten tanıyor muyuz?

Çok yakın dost olan iki aile birlikte büyüyen çocukları Chris ve Emily ergenliğe adım atarken herkesin beklediği gibi birbirlerine âşık olurlar. Sevgileri aşktan bile daha yoğundur; onlar doğdukları günden beri birbirinin ruh eşi olmuş iki gençtir.

Ancak gece yarısı hastanenin acil servisinden gelen bir telefon iki ailenin yaşamını alt üst edecektir. Emily, başından aldığı kurşun yarası ile ölmüştür, silah Chris’in babasına aittir ve içinde bir kurşun daha vardır. Chris polise bunun bir ‘’ intihar anlaşması ‘’ olduğunu söyler: ikinici kurşun kendisi içindir. Ancak soruşturmayı yürüten dedektif durumdan şüphelenir ve Chris cinayet suçlamasıyla tutuklanır.

Çok etkileyici… Picoult, karakterlerinin karmaşık duygularını ve korkularının paylaşmamızın sağlamak çok başarılı, çok yetenekli bir yazar… Anlaşma mutlaka okunmalı… 
People

Jodi Picoult2nun bu romanını elden bırakmak gerçekten zor. Çok zekice, çok sürükleyici…
Detroit Free Press

Anlaşma çok parlak, orijinal bir roman… Jodi Picoult gerçekten çok hoş kaleme almış, çağdaş Amerika’dan çarpıçı bir tablo sunuyor.
Anne Rivers Siddon

Kitabı almadan önce internetten bir öne araştırma yaptığımda, oldukça olumlu yazılarla karşılaştım. Yapılan yorumlarda kitabın oldukça sürükleyici olduğu bir çırpıda okunduğu yazıyordu ağırlıkla. Bende bu yorumlara bir ek yapma için bu yazıyı yazıyorum şimdi.

Evet, bence de kitabın yazım dilli oldukça akıcı, okurken sıkılmadım. Ama ben kitabı sevmedim. Kitabın dilli akıcı ama olay kurgusu bakımından zayıf bence. 

Ailelerin yaşadıkları, içte yaşanan psikolojik gerilimler bence yeteri kadar yansıtılamamış. Chrisin kız kardeşi bir görünüp bir kayboluyor. Ailelerin cinsel hayatları da pek fazla olmasa da, yazıldığı yererde bile bence gerekli bir ayrıntı değildi. Emily’i intihara götüren süreç, uğradığı cinsel tacizin ruhundaki etkilerinin da yazımı beni pek etkilemedi.  Yani ola kurgusunu oldukça zayıf buldum.
Tüm bunlar bir yana beni kitapta en çok rahatsız eden kitaptaki yoğun intihar imajı oldu. İntiharın, psikolijik problemleri olan kişilerde oldukça özendirici olabileceği bir şey olduğundan kitaptaki bu yoğunluk beni çok rahatsız etti.

Yazımı bittirirken şunu da söylemek istiyorum; kitabın sonunda ki mahkeme sonucu bana hiç inandırıcı gelmedi.

Yani kitabı sevmedim ben, ama aranızda bu kitabı okuyup beğenmiş olanda olabilir. Kitabı okumuş olan arkadaşlarım kitap hakkında ki görüşlerinizi benimle paylaşır mısınız?

Sevgiler…

9 Aralık 2015 Çarşamba

Gülün Günlüğü…

Ursula K. LeGuin bilim-kurguyu boş zamanlarda, eğlence olsun diye okunan ‘’ yüzeysel ‘’ bir edebiyat türü olmaktan çıkaran yazarları başında gelir. Onun yapıtlarında, farklı kültürler ve dünyalarla karşılaşan bireylerin, belli bir kültüre ait olmanın anlamını ve sınırlarını sorguladıkları; bütünlük, uyum, sevgi, özgürlük, düzen, kaos gibi varoluş sorunlarına ahlaki yanıtlar aradıkları politik bir edebiyat tarzı haline gelmiştir bilim-kurgu. Müthiş bir hayal gücü, özenli bir dil, kurgudaki ustalık ve ney bir siyasal bilinç bir araya gelir LeGuin’de.
Bu kitaptaki öykülerle, LeGuin’in olağanüstü zengin dünyasından farklı lezzetler sunuyoruz sizlere. Bazıları son derece eğlenceli, katkısız fanteziler; bazıları da alttan alta ahlaki ve siyasi sorunları tartışan anti-ütopyalar… Kolektif delilik, kişi olmak, yalnızlık, bir arada yaşamak, özgürlük, yaratıcılık, sevgisizlik, sorumluluk, umut gibi devasa konulara değinilir bu öykülerde: Öğreticilik taslamadan, mütevazı ama ustalıklı bir üslupla…
 Bilim kurgunun, anti-ütopyanın, ütopyanın, anarşizmin yazarı Ursula K. Leguin. Bu tanımlamaların hepsi ve hiçbiri yazarı yeteri kadar açıklamıyor.
Gül Bircan / Milliyet Sanat
Gülün Günlüğü kaç satar, ne kadar okunur bilemiyoruz, ama ‘’ Cehennemde tek bir ruh kalsa… ‘’ diyen bir ütopyacı yazarın, Mülksüzlerden sonra bu kitabıyla da okurlarımızın beyin ve yüreklerinde yeni volkanik patlamalar, ‘’ gümbürdemeler ‘’ yaratacağına kuşkumuz yok.
2000’ e Doğru
Sözün kısası Gülün Günlüğü’nü okudukça ( ve de tabii düşündükçe ) Ursula K. Leguin’in birikimlerini müthiş bir kurguyla, bilinçle doruğa ulaştığını görüyoruz.
Esma Saltık / Varlık
 Geçen haftalarda Ursula K. Leguin’in Mülksüzlerini okumuş ve yorumlarımı sizlerle paylaşmıştım. Ve yazımın sonunda sizlerle Ursula K. Leguin’in kitaplarını okumaya devam edeceğimi söylemiştim. İşte bu kararım doğrultusunda kütüphanede bulduğum yazarın Gülün Günlüğü adlı kitabı büyük bir hevesle alıp okudum.
Milyonlarca insan sürekli mutluluğu yaşasın, ama bir şartla; uzaklarda bir yerde bir yitik ruh tek başına eziyet çekmek zorunda olsun. Bir an için içimizden bize sunulan mutluluğa yapışmak gelse bile yine ilk kapılacağınız özgül ve bağımsız duygu, bile isteye böylesi bir pazarlık yaparak elde edilen mutluluğun ne kadar çirkin bir şey olduğudur.
 Yazarın kitaplarının içindeki öyküleri okumaya başlamadan, yazarın kendisinin yazdığı önsözü büyük bir keyif ile okuyarak başladım kitaba. Yaptığı alıntılar, Dostoyevski ye göndermeleri ve tabelaları tersten okuması… Bu fikirleri nerden buluyorsunuz Bayan LeGuin? Sorusunun cevabını bulabileceğiniz bu önsöz nasıl bir kitaba başladığımın bir ipucuydu sanki. Yukarda ki alıntıda bu önsözden.
Kitapta 12 hikâye var. Bazısını çok sevdim, bazısından çok etkilendim, bazısından ise hiç hoşlanmadım. Ama kitabı bir bütün olarak değerlendirmen gerekirse kitabı sevdim ve öykülerden zihnim ama en çok yüreğim etkilendi.
Umuttan başka bir şey olmadığı için ir hayat boyu umutla yaşadıktan sonra insan zafer tadını yitiriyor.  Tam bir zafer hissi için önce tam bir umutsuzluk yaşanmalı. Çok önceleri kafasından silmişti umutsuzluğu. İnsan devam edip gidiyordu.
Kitapta Mülksüzlerdeki Odoculuk anarşizminin fikir anası olan Odo’nun öyküsü, diğer kitap ile olan bağlantısı dolayısıyla büyük bir dikkat ve merakla okuduğum bir öykü oldu. Kitabın ilk öyküsü yapılan alıntıya bağlı olan hikâye nedeniyle beni oldukça etkiledi. Belki de bende Omelas’ı bırakıp gitmek istediğimden…
Ben Rosa’yım. Ben gülüm. Gül. Gülüm ben. Çiçeği olmayan gül, tamamen dikenlerden oluşmuş gül, onun yaptığı zihin, onun dokunduğu el, kış gülü.
Ama en çok sevdiğim, beni etkileyen kitaba da adını veren Gülün Adı oldu. Nedenini , niçinini sizlerle paylaşmak istemesem de …. Bunun için bana kırılmayacağınızı umarak…
Eğer kitabı bir gün okursanız veya daha önceden okuduysanız sizi en çok etkileyen öyküyü benimle paylaşır mısınız?
Benim yeni keşfettiğim bu yazarın hikâyelerini okumaya devam ederken, sizlere de bu yazarın dünyasında yolculuğa çıkmayı şiddetle öneriyorum.
Sevgiler
 
 
 
 

7 Aralık 2015 Pazartesi

Yıldız Masalı…

Gökyüzünde her an bir yıldız doğar, bir yıldız ölür. Bu sonsuz masala kulak verenler için umut ve aşk asla uzaklarda değildir.
Evliliğine yıllarca büyük emek veren Annie beklemediği bir anda kocasının başka bir kadına aşık olduğunu ve boşanmak istediğini öğrenir. Bu büyük sarsıntıyla baş etmekte güçlük çektiği için de çareyi büyüdüğü kasabaya, babasının yanına dönmekte bulur. Fakat kasvetli bulutların hâkim olduğu bu sahil kasabasında Annie’yi bambaşka çelişkiler ve romantik ikilemler beklemektedir. Bir gece çocukluk aşkı Nick ve onun duygusal bir travma atlatmış küçük kızı ile karşılaşır ve inanmakta güçlük çekse de mutluluğu yakalamak için bir şansı daha olduğunu düşünmeye başlar. Gün geçtikçe eski hayatı ile yeni hayatı arasında tercih yapacağı bir dönü noktasına yaklaşan Annie, içinde uzun zamandır sesini duymadığı bambaşka bir kadının doğuna şahit olur.
 Yıldız Masalı’nı, kendini sımsıcak ir coşkuya kaptırmak isteyen tüm kadınlara içtenlik ile öneririm.

Wahstington Post Book World
Kalbin derinliklerine inen duygularla yazılmış… Aşk ve romantizmle dolup taşan kitapları okumayı seviyorsanız Yıldız Masalı’na bayılacaksınız.
Clevland Plain Dealer
Nefis bir sadeliğin yanı sıra şefkatin ne olduğunu çok iyi anlatan bir hikaye.
Daina Gabaldon
Belki çoğunuzun bildiği ve romanlarını daha önce okuduğu bir romancı olan Kristina Hannah’ ben ilk defa okuduğum. Hafta sonu okumak için kütüphanede bakarken dikkatimi çeken bu kitabın tanıtım yazısında ki roman hakkında ki ufak ipuçları beni bu kitabı almama yol açtı.
Genel olarak yorumlamak istersem kitabı ne çok sevdim ne de sevmedim. Kitabın dilli çok akıcı, bunu rahatlıkla söyleyebilirim. Benim sevmediğim daha ziyade öykünün içeriği oldu.
Tanıtımda yazanlardan çıkardığım, uzun bir evlilik hayatından sonra tek başına kalan bir kadının mücadelesini anlatacağına inanarak aldığım bu kitapta kahramanımız olan Annie, umduğum mücadeleyi yapmadım. Sığı bir aşk hikayesi etrafında dönen bu hikayede, ev kadınlığından çıkamayan bir hayat , yeniden başlama dürtüsünden  uzak bir içe dönüş hikayesi beni pek mutlu etmedi.
Kitabın öyküsü beni çok fazla tatmin etmese de akıcı dili sayesinde hafta sonumdaki okuma zevkimde kitabı bitirdim. Keşke daha mücadeleci bir kadın hikâyesi olsaydı diyerek…
Yazarın diğer romanlarında da şans vermek istiyorum bu arada.
Peki, sizin bana önerebileceğiniz bir kitabı var mı yazarın?
Sevgiler…
 
 

2 Aralık 2015 Çarşamba

Gittikçe Gençleşin…

 Öncellikle şunu belirteyim ki yazı biraz uzun. Kendi görüşlerim yanında kitapta da bol bol alıntı yaptım. Ki bence bu alıntılar olmasa bu yazıda bir şeyler eksik kalırdı. Sabır gösterip sonuna kadar okumanız dileği ile…
Normal yaşlanma normal değildir!
Her sene giderek daha genç olabilirisiniz.
Biyolojik saatinizi geri alıp yaşlanma sürecini geriye çevirebilirisiniz.Seksen yaşındayken de dinç, sağlıklı ve hayat dolu olabilirisiniz.
Yaşanmaya bağlı hastalıkların yüzde ellisini ve yaşlanmaya bağlı çöküşün yüzde yetmişini kesinlikle durdurabilirsiniz.
Yaşlılık biliminde yaşanan bir devrimin tam ortasında bulunuyoruz. Bu devrimi yaratan kapsamlı ve sıra dışı bilimin bulguları halen değerlendirme aşamasında; ancak temel hatlar belirlenmiş durumda. Kırk ile doksan yaş arasındaki herkesin giderek gençleşmesini mümkün kılan temel bilgiye sahibiz. Bu bilgiyi dikkate alırsan, önceki nesillerden, daha doğrusu biyolojik zamanda şimdiye dek yaşamış herkesten çok daha genç, dinç ve sağlıklı bir ömür süreceğiz.
Herkesin rahatlıkla anlayabileceği bir dille aktarılmış yepyeni bir bilimin kitabı. Dr. Henry Lodge ve Chris Crowley’in tavsiyelerine uyan herkes hem zihinsel hem de fiziksel yaşlanmayı durdurabilir.

Dr. K. Craig Kent / New York Presbyterian Hastanesi, damar cerrahisi şefi

Özellilikle de hayatında değer verdiği ir erkek olan her kadının mutlaka okuması gereken bir kitap. Eşinizin salıklı ve uzun bir ömür sürmesini sağlayabilirsiniz.
Dr. Hilda Hutcherson / New York Kadın Cinsel Sağlık Merkezi Yöneticisi
Yaşlandıkça, dinç, zinde ve formda kalmanın yolu.

Dr. Peter Scardino / Meorial Sloan - Kettering Kanser Merkezi
Üroloji Departmanı Bölüm Başkanı
Kitap tanıtımında yazanlar bunlardı. Benim kitap hakkında ki görüşlerim için ise okumaya devam lütfen.

Blogumu yeni açmış olsa da, belki aranızdan bir kaçınız fark etmiştir, zaman zaman bazı kitap türlerine takılıp kalıyorum ve belli bir süre o tür kitapları okuyorum.  İşte bu sıralar sağlık kitapları, özellikle de gençleşmeye yönelik kitaplar ilgimi çekiyor. Sağlığa olan ilgimden dolayı mı yoksa yavaş yavaş yaşlanmaya başlamamdan dolayı mı? Bu soruya cevap vermesem nasıl olur?  Israr mı ediyorsunuz? Tamam, o zaman, tabiî ki sağlığa olan ilgimden… İşte bu ilginin sonucu kütüphaneden bu kitabı almış bulundum. İtiraf etmem gerekirse e kitap tanıtımına nede kitabın içeriğine dikkat ettim. İsmi benim için yeterli gelmişti. İyi ki de yetmiş, çünkü kitap içeriğine dikkat etsem bu kitabı büyük bir ihtimal ile almazdım. Ve bu güzel kitabı okuma şansını kaçırırdım. Çünkü kitap bana kesinlikle hitap etmiyor. İlk önce kitap emekli olanlara yönelik ki benim emekli olmama senelerrr var. İkincisi neden de kitap daha ziyade erkeklere yönelik yazılmış ki ben erkek değilim. Ama tüm bunara rağmen ben kitabı büyük bir ilgi ve zevkle okudum. Şimdi o nedenleri ve benim ilgimi çeken noktaları sizlerle paylaşmaya başlayayım.
Kitap iki yazara sahip; birisi konu hakkında uzman olan bir doktor diğeri ise hasta yani yaşlanma sürecindeki biri. Kitap bölüm bölüm gidiyor. Bir hasta birde doktor olacak şekilde. Yaşlanma sürecindeki kişi yaşadıkları aldığı önlemleri ve bu süreçte yaşadıklarını anlatırken doktorda bunun bilimsel açıklamasını yapıyor. Bu bilimsel açıklama oldukça basit bir dille, kolay anlaşılabilir bir şekilde yapılmış. Mesela bana bugün bir kalp krizi nasıl oluşur deseniz size bunu rahatlıkla anlatabilirim. Kitabın dilli yani oldukça akıcı yani. Zaten konu beni o kadar ilgilendirmese de, kitabı bir çırpıda bitirmeme neden olan bu akıcı anlatım oldu.
İlk önce kitabın ama felsefesi olan söze burada yer vereyim.
Yaşlanma, doğanın verdiği bir karardır; bozulma ise sizin verdiğiniz bir karar.
Yani yaşlanmak kaderimiz olsa da bunu etkileri olan bedensel ve zihinsel zayıflama kaderiz değil.
Gerileme olarak nitelendirilen değişiklikleri hem zihinsel hem de bedensel olarak değiştirmemiz mümkün. Tabii yoğun bir caba ile. Oturarak değil!
Kitabın en önemli mesajı haftada altı gün egzersiz yapmanız. Kesinlikle altı gün.  Kesinlikle daha az değil.  Emekli iseniz nasıl işe gidiyorsanız aynı disiplin ile. Burada beni getirebileceğim bir eleştiri var yalnız. Egzersiz programı sadece erkeklere göre düzenlenmiş. Peki ya biz?  Ama bende en azından haftada altı gün bir egzersiz  yapmamızın biz bayanlar içinde şart olduğunu düşünüyorum. Ve bu egzersizleri de detaylandırıyor ve bize faydalarının ne olduğunu bilimsel olarak açıklıyor. Mesella ;
Düşük yoğunluklu hafif aerobik egzersizler yağ yakarken, yüksek yoğunluklu ağır aerobik egzersizler glikoz yakar.
Burada önemli olan, yavaş ve uzun egzersizin kaslarınızı, kalp ve dolaşım sisteminizi geliştirdiği; yağ depolarınızı kullanıma soktuğu ve bedeninizin tamamını onardığıdır.
Uzun ve yavaş egzersiz modern hayatın süreğen yangısının ta tersidir; içinizde bir gençlik akıntısı oluşturur.
Sporu uzun addede yapacağımız için istediğimiz herhangi bir dalı seçmede serbest bırakıyor. Ama içinde kuvvet egzersizleri olmak kaydıyla.

Ne yapmaya karar vermiş olursanız olun, karar verdiğiniz şeyi yapın. Kuvvet egzersizleri, hayatınızın geri kalanı için kritik bir öneme sahiptir ve bu egzersizleri yapmaya her yaşta başlayabilirsiniz. Hareketsiz bir yaşam süren, yetmiş yaşında bir insan kuvvet egzersizleri yaparak üç ay içinde bacaklarını olduğundan iki kat daha güçlü hale getirebilir.
Aerobik egzersizleri hayatınızı kurtarır; kuvvet egzersizleri yaşamaya değer kılar.
Ve ben bu egzersiz disiplinine ne kadar erken başlarsak o kadar iyi olduğunu düşünüyorum. Otuz yaşını aştıktan sonra artık bedenimize daha iyi bakmamız gerekmiyor mu?
Ne kadar erken başlarsanız aldığınız sonuç o kadar iyi olur ki bu da bizi emeklilikten önceki on yıllık zaman dilimine getirir. Hala tam gaz çalışırken egzersiz yapmak pek çok kişiye zor gelir. Son derece yoğun olan çalışma programınıza egzersizi dâhil etmek tüketici görünebilir ama bu bakış açısı aslında yanlıştır.  Gün sonundaki yorgunluğumuzun nedeni çok fazla egzersiz yapmış olmamız değil, yeterince egzersiz yapmamanızdır. Hareketsizlik bizi zihinsel, duygusal ve fiziksel olarak tüketir.  Her akşam eve tükenmiş olarak gelmek yaşamak değil, hayata kalmaktır. Üstelik pek çok araştırma, formda olduğumuz zamanlarda işteki üretkenliğimizi arttığını gösteriyor; b artış da egzersiz için harcanan zamanın hakkını fazlası ile veriyor. Ayrıca evdeki faaliyetlerimiz de daha verimli oluyor; daha az uyku ile daha tatmin edici sonuçlar alıyoruz. Yaşam kalitesine birazcık olsun değer veren kimseler için egzersize harcanan zaman kesinlikle bir kayıp değildir.
Nasıl, sizinde ilginizi çekti değil mi? Daha detaylı bilgiler ve egzersiz önerileri için kitabı okumanızı şiddetle öneririm.
Şimdi de kitabın ikinci kısmı olan beslenme kısmına göz atalım. Kitabın bir felsefesi var bu konuda, ki bende kesinlikle buna katılıyorum: Kesinlikle diyet yapmayın. Sadece yediklerinizi gözden geçirin. Zaten artık hepimiz neyin bizim için zararlı olduğunu biliyoruz. Bunları hayatınızdan çıkaracak şekilde bir beslenme düzeni oluşturun. Ve bunu yaparken bunu mutfak da değil, markette yapın! Yani bu yiyecekleri eve sokmayın artık…
Burada kitaptan alıntı daha yapmak istiyorum. Beni çok güldüren bir alıntı oldu bu.
Piramidin en tepesindeki bayraktır patates kızartması. Başlangıçta sadece bir patatestir; yani tam bir karbonhidrat deposu. Fakat ardından doymuş yağda kızartılarak çok, çok daha kötü bir yaratığa dönüşür. Evrende kötülük diye bir şey varsa, patates kızartması şeklinde vücut bulduğu muhakkak; cennetlik tadına rağmen şeytanın ta kendisine ait bir yiyecek.
Bir patates kızartması ancak bu kadar güzel anlatılabilir. Özellikle zararı… Ama ben yinede bu küçük şeytanı çok seviyorum ve arada biraz kaçmak yapıyorum. ( Aman, aramızda kalsın!)
Egzersizimizi yapıyoruz, beslenmemize de dikkat ediyoruz artık. Yani bedensel yaşlanmamızı durdurmadık ama bozulmamızı engelledik o zaman. Peki, geriye ne kaldı; zihinsel ve duygusal bozulmamızı durdurmak. Kitap burada toplumsallaşmamızın, insanlar ile ilişkilerimizi daha geliştirmemizi, eve tıkılıp kalmamızı, bir uğraşımızın olması, bir hobimizin olmasını kesinlikle ve kesinlikle öneriyor. 
Dolayısı ile hayatınızı kendi kontrolünüz altına alın. Birtakım organizasyonlar yapın. Risk alın. Köprüler kurun. Elbette kurduğunuz köprülerden bazıları yıkılacak, bazıları da sizi pek hoşlanmadığınızı anladığınız insanlarla bir araya getirecektir ama olsun. Bunlar sayesinde iyi arkadaşlıklarda kuracaksınız. Üstelik sürünüzde yer alan herkesten hoşlanmasanız bile yine de bir sürüye ihtiyacınız var.
Ki bu bizim tüm yaşantımız süresince yapmamız gereken bir şey değil mi?
Kitap kısaca böyle. Ben kitabı çok sevdim ve sizinde okumanızı isterim. Kitaptan son bir paylaşım yaparak yazımı bittiriyorum.
Yaşlanma olarak adlandırdığımız belirtilerin çoğu bozulmadan ibarettir ve bozulma tercihe bağlıdır; sizin kontrolünüz altındadır. Hayatınızdaki kimi değişiklikler sizin kontrolünüzün altında olmaya bilir ama bu sizin kontrolünüzdedir. Hayatın dizginlerini, hem fiziksel hem duygusal anlamda ele almak, standart emekliliğe ve yaşlanmaya karşı en iyi panzehirdir. Bu süreç egzersizle başlar. Egzersiz, toplumun yaşı insanlara verdiği o gülünç mesajı, yani sadece işten değil hayattan da emekli olmaları gerektiği mesajını tersine çevirir.  Toplum size, yaşlandığınızda genç bir hayat sürmenin; güçlü, formda, zihinsel ve cinsel acıdan aktif olup çevrenizdeki olaylar ve insanlarla ilgilenmenin doğal olmadığını söyler. Bu mesaj kesinlikle yanlıştır. Gelişme ve hayat dünyada ki en doğal şeydir. Doğal olmayan, bozulmanın ta kendisidir. Chris iyimser bir adam çünkü forma girerek kendini toplumun önyargılarından özgür kıldı. Bu ona, hayatının geri kalanında hem fiziksel hem de duygusal anlamda yaşama sevinci ve dolu bir hayat sürme isteği verdi.
Yazımı bitirmeden şunu da söylemeden yazıyı bittirsem olmaz bence. Kitaptaki yaşlı kahraman Chris bütün bu önlemleri yaşamının geri kalanını daha kaliteli geçirmek için ve kendine daha kaliteli bir yaşam sağlamak için yapıyor. Eğer siz bu kitabı okur kitapta yazanları yaparsanız bu yaşamınızın daha kaliteli olmasından ziyade ikinci işinizde gençlerle daha rahat yarışabilmek ve bu yarışta çok geri kalmamak için yapacaksınız. Alacağınız emekli maaşı ile Chris gibi kayak yapmaya mı gideceğinizi düşünüyorsunuz yoksa?
Sevgiler…


30 Kasım 2015 Pazartesi

Siyah ve Mavi ….

 
Müfettiş Rebus Romanları
Rebus dört ayrı olay üzerinde çalışarak bir katili yakalamaya uğraşıyor.Bu katil aynı zamanda onu ünlü İncil’ci John’a da götürebilecek gibi görünüyor.Tüm bunları da Glasgow’lu bir gangsterden rüşvet almakla suçladığı bir başmüfettişin yürüttüğü iç soruşturmanın ağırlığı altında yapmaya çalışıyor.Ayrıca bir adaletsizliği inceleyen televizyon programcıları gece gündüz evinin önünde bekliyor ve Rebus’u milyonlarca izleyicinin önünde bir cani olarak gösteriyorlar.Bir küçük hata onun hayatını ya da daha da beteri, işini kaybetmesine yol açabilir.
Diye tanıtımı yapılmış kitabın. Kitabın anlatım dili ilk başlarda bana değişik, garip, geldi.  Alışmakta zorlandım ama okumaya devam ettikçe e sevdim.
Olay iki zeminde akıyor bir cinayet araştırması birde polis merkezindeki iç olaylarla. Hatta Müfettiş Rebus’un özel hayatını bile bu olay akışına ekleyebiliriz. Dediğim gibi anlatım dili bana garip, bazen de ağır gelse de olay örgüsü benim bu kitaba devam etmemi sağladı. Ki iyi ki de sağlamış…
Kitap, harika müthiş v.b. olmasa da zaman geçirmek ve yeni bir yazarın, en azından benim için yeni bir yazardı, kitabını okumak için tavsiye edebileceğim bir kitap. Yazarın Müfettiş Rebus Kitaplarını okumaya işte bu kitapla başladım, serinin diğer kitaplarını da sizlerle paylaşmak için sabırsızlanıyorum. Çünkü bu kitapla birlikte üç Müfettiş Rebus kitabı okudum.
Peki, siz hiç bu serinin bir kitabını okudunuz mu?
Yorumunuzu benimle paylaşır mısınız?
Sevgiler…
 
 
 
 

25 Kasım 2015 Çarşamba

Mükemmel Koca ...

 
Blogumu yeni açtığım için sadece bir kitabını sizlerle paylaşsam da Lisa Gardner’in kitaplarını çok severim.
İşte bu sebeple kütüphanede hafta sonu okumak için kitap baktığımda Lisa Gardner’in okumadığım bir kitabını göründe hafta sonu kitap seçimim belli oldu.
Kütüphaneden seçmiş olduğum diğer kitabı bitirip, hatta yorumumu bile sizlerle paylaştığıma göre diğer kitaba başlayabilirim artık.

Hayallerinizin Erkeği Bir Katilin Ruhunu Taşıyor Olsaydı Ne Yapardınız?

Jim Beckett hayallerinin erkeğidir… Fakat Tess bu havalı polisle evlenip çocuğunu doğurdukta iki yıl sonra, kocasının on kadını vahşice öldürmek suçuyla parmaklıkların arkasına gönderilmesine yardımcı olur. Yüksek güvenlikli bir hapishanede tutulmasına rağmen Beckett ona bunu ödeteceğine yemin eder. En sonunda da hapishaneden kaçar ve tüm oyunların en zoru başlar…
Korkuyla geçen bir hayatın ardından Tess daha önce hiç yapmadığı bir şey yapmaya karar verir. Psikolojik olarak harap durumda olan bir deniz piyadesi yardımıyla, kızını korumayı ve kendini savunmayı öğrenecektir. Beckett’i yakalamak için dört eyaletin o zamana kadar tanık olduğu insan avı başlamışken, karı koca arasındaki tüyler ürperten buluşma için zaman daralmaktadır. Tess bu sefer öldürmekle öldürülmek arasında seçim yapması gerektiğini çok iyi bilmektedir.

‘’ Unutulmaz derecede kötü bir adam ve merak uyandıran bir düğüm, Mükemmel Koca’yı heyecanlı bir kitap haline getiriyor!’’
Tess Gerritsen

‘’ Tami Hoag, Karen Robards, Elizabeth Powell ve Nora Roberts’in eserlerine müthiş bir ilave.’’
Publishers Weekly

Kitap tanıtımın yazısında sizlerle paylaştığım gibi Lisa Gardner’in kitaplarını çok severim.
Ve bugüne kadar okuduğum her kitabını da çok beğenmiştim.
Ama bu kitap için maalesef çok sevdim, çok heyecanlıydı, olay örgüsü müthişti gibi şeyler söyleyemeyeceğim.
Hafta sonu için seçtiğim bu kitap kısaca benim için tam bir hayal kırıklığı oldu.
Nerden başlasam bilmiyorum ama ilk önce öykünün genel akışı benim için fazla yüzeysel geldi.
Kitabın kadın kahramanı olan Tess’in evliliği ve evliliğinde yaşadıkları detaylı ve heyecanlı olarak anlatılmadı.

Yani olayların başlangıç noktası olan yer hakkında yeterli bir fikir oluşmadı bende.
Tess’in kocasından kurtulmak için aldığı eğitimin anlatılması da yüzeyseldi, burada eğitmen ile aralarındaki yakınlaşma ön plandaydı.

Kitaptaki cinselliği de gereksiz ve fazla buldum.

Kitapta bence en önemli yan hikâye olabilecek olan Marion’un hikâyesinin de hakkı verilmemişti.
Kitap sonlarında doğru katil olan Tess’in eski kocası bütün polisleri ve eski bir asker olan J.T. yi alt ederken, kitapta minyon olarak anlatılan Tess’e yenilmesi de ayrı bir ironiydi.
Polis teşkilatının da zafiyeti, içeriden bilgi alınması ve polis merkezinin içine ceset saklanması vb. çok abartı ve inandırıcı olmaktan uzaktı.

Kısaca bu kitabı hiç mi hiç sevmedim.

Ve naçizane eğer Lisa Gardner’in kitaplarını okumak istiyorsanız bu kitap ile başlamanızı kesinlikle önermem. Çünkü bundan sonra diğer kitapları okumaz ve o kitaplardaki heyecanı tadamazsınız.

23 Kasım 2015 Pazartesi

Ustanın Elinin Dokunuşu…

Mezatçı, hırpalanmış ve çizilmiş olan eski keman için harcayacağı zamana pek değmeyeceğini düşünüyor; yinede onu izleyenlere gösterirken gülümsüyordu.
‘’ Bu ne eder,  arkadaşlar? ’’ diye bağırdı. ‘’ Açık artırmayı kim başlayacak. ‘’ ‘’ Bir dolar, bir dolar ‘’ ardından iki dolar. ‘’ Sadece iki dolar mı? ‘’ ‘’ İki dolar, iki dolar… Kim üçe çıkaracak? ‘’’’ Yok mu artıran? Evet, iç dolar, üç dolar, üç dolara satıyorum… ‘’ Ama olamaz, en arka sıradan, kır saçlı bir adam öne geldi, eski kemanı aldı, üzerindeki tozu sildi, gevşek yaylarını gererek akort etti ve bir meleğin Noel ilahisi söylemesini andıracak kusursuzlukta hoş bir melodi çaldı. Müzik sona erdi ve mezatçı alçak bir sesle, ‘’ Keman için ne kadar veriyorsunuz? ‘’ dedi. Sonra onu çoşkuyla havaya kaldırdı. ‘’ Bin dolar. Peki, kim iki bin diyecek? İki bin… Evet, üç bin… Satıyorum, satıyorum, sattım! ‘’ İnsanlar coşkuyla alkışlıyorlardı. Ama bazıları ağlıyordu: ‘’ Ne oldu da değeri değişti, anlamadık! ‘’ Hemen yanıt geldi: ‘’ Bir ustanın eli değdi! ‘’
Dünyada uyumsuz, hırpalanmış ve yaralanmış bir yaşam süren birçok kişi, tıpkı bu keman gibi, düşüncesiz bir kalabalığa ucuza satılma durumuyla karşılaşır. Bir kâse çorba, bir bardak şarap, bir oyun… Ve böyle sürüp giderler.
Satılmasına az kaldı, satılıyor ve neredeyse satıldı! Ama Usta duruma el koyar ve beyinsiz kalabalık, ne ilhamın anlamını ne de bir Usta’nın dokunuşunun yarattığı değişimi tam olarak anlayabilir.
Myra B. Welch
 
 
 

20 Kasım 2015 Cuma

Bağışlamaya Karar Verin…

Bağışlamayı seçin, çünkü darılmak kötüdür.
Darılmak zehirlidir;  kişiyi zayıflatıp yutar.
Bağışlayan, gülümseyen ilk siz olun, ilk adımı siz atın; insan kardeşinizin yüzünde beliren mutluluğu görürsünüz. Her zaman ilk olun; başkalarının bağışlanmasını beklemeyin. Çünkü bağışlayarak yazgının hakimi, yaşamın mimarı ve mucizelerin yaratıcısı olursunuz. Bağışlamak, yaşamın en üstün ve en güzel şeklidir. Karşılığında sonsuz huzur ve mutluluk elde edersiniz. İşte, tamamen bağışlayıcı bir yüreğe sahip olma programı:
Pazar: Kendinizi bağışlayın.
Pazartesi: Ailenizi bağışlayın.
Salı: Dostlarınızı ve çalışma arkadaşlarınızı bağışlayın.
Çarşamba: Ülkenizdeki ekonomik rakiplerinizi bağışlayın.
Perşembe: Ülkenizdeki kültürel rakiplerinizi bağışlayın.
Cuma: Ülkenizdeki politik rakiplerinizi bağışlayın.
Cumartesi: Tüm ulusları bağışlayın.
Yalnız yürekli olan, bağışlamayı bilir.
Bir korkak asla bağışlamaz.
Bağışlama onun doğasında yoktur.
Robert Muller
 
Bağışlama, menekşenin, kendini ezen topuğa anında bulaşan güzel kokusudur.
George Roemisch
 
 
 
 

18 Kasım 2015 Çarşamba

Yanık Tost…


Çoğu kadın gibi Teri Hatcher da hayat hakkında ilk şeyleri annesinden öğrendi. Ve çoğu kadın gibi annesinin de, düşündüğü son kişi kendisiydi. Yaptığı tostlardan biri fazla yanmışsa, en iyisini başkasına verir, yanık tostu kendisine ayırırdı. Bu hareket bir sevgi gösterisi olsa da, öğrenilmemesi imkânsız bir ders veriyordu: Kendi tatmininiz bir tost etmez.

Teri Hatcher’in bir 10 yıl daha, kendisini bir sonraki faciaya hazırlanmaması gerektiğini öğrenmesi, bir boşanmaya, bekâr ve çocuklu bir kadın haline gelmesine, kötü sevgililere, ertelenmiş bir kariyere ve hiç unutamayacağı 40’ncı doğum gününe mal oldu. Tatmin olmak ve kendini sevmek hiçbir zaman çantada keklik değildir, ama mutlu bir hayatın olmazsa olmazlarındandır. Teri Hatcher, kalbi ısıtan, eğlenceli, dokunaklı ve bu felsefeni ilham erici bir manifestosu olan Yanık Tost’ta diğer kadınların da yanık tostu yemesin önlemeyi ve kendilerini dışarı açmazlarsa hiçbir zaman ikinci bir şansı elde edemeyeceklerini anlatıyor.

Tüm zayıf tarafları, başarısı ve açık sözlülüğü ile ( Beyaz Atlı Prens’i buzdolabından aramasından, kızının doktorundan daha çok dışarı çıkması gerektiğini duyana kadar ) Yanık Tost, günlük keşmekeş sırasında ilham verici bir hayata sahip olmak için zorluklar çeken ve başarıya ulaşan bir kadının eğlenceli, sıcak ve dokunaklı bir portresini çiziyor.

Eğer başkaları için sizin iyi olan bir şeylerden vazgeçtiyseniz, bir daha seks yapamayacağınızı düşünüyorsanız, her zaman bir işte başarılı olmak yerine, önce çuvallayacağınızı düşünüyorsanız, yanık tostu yediniz demektir. O halde Teri Hatcher’in size söyleyecek bir çift lafı var…

Kızarmış tost. Ne kadar çabalarsanız, hiçbir zaman kusursuz olmaz. Ya h,iç kızarmaz ya da yanar. Ekmeğin üzerindeki yanıkları bıçakla kazıyanlardan mısınız, yoksa üzerine reçel sürüp yanık tadını saklayanlardan mı? Yanık tostu atar mısınız, yoksa hiçbir şey olmamış gibi yer misiniz?
Bugüne kadar ben yanık tostu yedim. Bunu annemden öğrendim. O herkesi ve her şeyi kendinden fazla önemserdi. Annemin verdiği ‘’ kendini feda etme’’ mesajı bir çocuk için fazla karmaşıktı. O, bana bir kadının her zaman en kötüsünü beklemesi gerektiğini ve bol yağlı bir tosta sahip olduysam, bunun için bir yerlerde başka insanların o tost için acı çektiğini öğretti.
Sonunda 40 yaşıma geldim. Hayatımın bundan sonrasını da böyle mi geçirmek istiyordum. Cevap Tabi ki hayırdı. En zoru değişmek için, yanık tostu yememem gerektiğini anlamak oldu. Başarısızlığı aklıma bile getirmemeliydim. İyi şeyleri hak etmediğime inanmayı bırakmalıydım. Ve bıktım da. Artık böyle düşünmek istemiyordum. Hiç kimsenin böyle düşünmesini istemiyordum.
Bu kitabı bunun için yazdım. Bu kitap benim mutluluğa yaptığım ciddi, çılgın ve dokunaklı yolculuğu diğer insanlarla da paylaşmak istedim.

Çarpık, kendini aşağılayıcı, ev, ebeveynlik üzerine akıl veren ve dedikoduları yalanlayan Teri Hatcher’in, akıl ve bilgelik dolu tek ciltlik ansiklopedisi. Esprili ve mütevazı… Bu kitabı okumak, kendi sorunlarını çözmenin yolunu bulmuş olan seksi ve göz alıcı kız arkadaşınızla konuşmaya benziyor…
Leslie Bennnetts, Vanity Fair

Bakalım Yanık Tostun içinde benimde hayatımda yemiş olduğum yanık tostlar hakkında ne gibi şeyler öğreneceğim diyerek başladım bu kitabı okumaya.
Kitabı genel olarak sevdim.
Bir kadın kendi hayatını, hayatında ki hatalarını tüm çıplaklığı ile paylaştığı bir kitap.
Ders verme amacı yok.
Sadece kendi yaşamını anlatıyor ve hatalarını açık açık anlatıyor.
Anneliğini, yalnız bir kadın olmasını ve sinema sanatçısı olması nedeniyle insanların ondan beklediği mükemmel kadın arasında yaptığı yolculuğu…
Kitap bir Amerikalı aktris tarafından yazıldığı için bakış açısı ve değer yargıları bizden çok farklı ama bazı şeyler o kadar benziyor ki… Galiba annelik duygusu dünyanın her yerinde aynı.
Zaman geçirmek ve kırk yaşında ki bir kadının hayatını analiz etmesini okumak istiyorsanız tavsiye edebilirim.

Bu arada şunuda belirtmek isterim, ben bu kitabı Kiler Kitap İndiriminden 2 TL ye aldım.
Kitapların değerini fiyat etiketi ile kesinlikle değerlendirmesem de, bu fiyata kesinlikle kaçırılmaması gereken bir kitap.

Kitaptan bir bölümü sizlerle paylaşarak yazımı bitiriyorum.
Sevgiler…

Kendinizi korumanın yolunu bulmalısınız. Başkalarıyla ilgilendiğiniz kadar kendinize de özen göstermelisiniz. Dolu dolu yaşamalısınız. Yoksa yanık tostu yersiniz. Hak ettiğinizden daha azına razı olmanın üç kötü sonucu vardır. Birincisi, çocuklarınıza yanlış mesaj verirsiniz. Onları yanlış eğitmiş, günün birinde aynı sizin yaptığınız gibi kendi özel ihtiyaçları ötelemeyi öğretmiş olursunuz. Bu böyledir, şimdi çok bencil olurlar, büyüyünce de kendilerini feda ederler. İkincisi, kendi özgüveninizi kaybedersiniz. Sürekli kendinizi inkâr edersiniz, kendi kendinizden hoşnut olmamasınız. Son olarak da, sürekli kendinizi feda ederseniz, çocuklarınız sizin de rahatlama ve tatmin hakkınız olduğunu öğrenemezler. Ve, ya onların sizinle ilgilenmeleri gereken dönemler geldiğinde, onlar sizi ziyaret etmek yerine dijital tombala oyunlarıyla baş başa bırakırlarsa?

16 Kasım 2015 Pazartesi

Kendi İlham Kaynağınız Olmak İçin…

Başarının asıl sırrı coşkudur. Evet, burada, heyecanı da aşan coşkudan söz ediyorum.
İnsanları coşkulu görmek istiyorum ben.
Çünkü coşkulu olduklarında başarı destanları yazabilirler.
Coşkuluysanız her engeli aşabilirsiniz.
Coşku, gözünüzdeki ışıltı, yürüyüşünüzde ki salınım, elinizin kavrayışı, arzunuzun karşı konulmaz yükselişi ve yeni düşünceler üretme enerjinizdir.
Coşkulu kişiler büyük savaşçılardır.
Azimlidirler ve sarsılmaz değeri vardır.
Tüm gelişmelerin temelinde coşku yatar.
Coşku olduğunda başarı muhakkak gelir.
Coşkunun yokluğunda ise ancak mazeret vardır.
Walter Chrysler
 
Coşku, zekâdan daha önemlidir.
Albert Einstein
 
 
 

12 Kasım 2015 Perşembe

Thomas Jefferson'ın Davranış İlkeleri…

Bugünün işini asla yarına bırakma.
Kendin yapabileceğin bir şeyde kimseyi rahatsız etme.
Sahip olmadan asla para harcama.
İstemediğin bir şeyi sırf ucuz olduğu için satın alma.
Gururun bedeli; susuzluk, açlık ve soğuğun bedelinden daha ağırdır.
Genelde az yemekten dolayı pişmanlık duymayız.
Kişinin kendi iradesiyle yaptığı şeylerden bela gelmez.
Gizli kötülüklerin bize zarar vermesi çok zordur.
Her şeyi kendi akışı içinde ele alın.
Anlaşmazlıkları önemek için, özgür düşünün ve insanları buna teşvik edin.
Öfkelendiğinizde, konuşlamadan önce 10’a kadar sayın.
Çok öfkelendiyseniz 100’ e kadar sayın.
Thomas Jefferson.
 
 
 

10 Kasım 2015 Salı

Maun Süresi Böyle Buyurdu… ( Din Maskeli Zulme Tanrı’nın Vuruşu)

 
Biliyorsunuz bu kitap blogunu yeni açtım ve okuduğum hangi kitapları paylaşacağım veya paylaşmayacağım konusunda, daha doğrusu paylaşımlarımın nasıl olacağını, ne yönde bir rota izlemem konusunda tam bir fikir oluşturmuş değilim.
Ben her konuda kitap okuyan ki sadece kitap değil süreli yayın kapsamında da birçok dergi okuyan biriyim. Ama blog paylaşımlarımda bir elem yapmalı mıyım, özellikle siyasi ve dini yayınlarda… Tam karar veremedim. Ama bu kitapta geçen bu cümle beni şu an bu yazıyı sizlerle yazma ve bu kitap ekseninde bazı şeyleri sizlerle paylaşmaya itti.
O camileri dolduran aldatlmış kitlelere Maun gerçeğini birilerinin anlatması lazım. Anlatmayanlar, kamu malı talanına fiilen bulaşmamış olsalar da kurtulmazlar. Çünkü bilen bildiğini anlatmadığı takdirde, zulme iştirakten hesaba çekilecektir.
Kur’an vicdanı bize şunu öğretmiştir: ‘’ Ben şerde pasifim, şerre yönelik hiçbir faaliyetim yok’’ demek kurtuluş için yeterli değildir. Kurtuluş, ‘’ Ben hayırda aktifim’’ diyebilen benliklerin hakkı olacaktır. O benlikler bugünkü İslam Dünyasında yok denecek kadar azdır.
İşte bu sözler, kitap okurken bu kitabı blogda paylaşsa mı, sorusuna Evet paylaşacağım dememe neden oldu. Benim de bu konuda yapabileceğim birçok şeyin olduğunu biliyorum, ama bunların içinde bir blogger olarak boynumun borcu olan bu paylaşımı yapmasam olmazdı.  Neyin neye vesile olacağını bilemeyiz. Belki bu paylaşım bir kişinin bu kitabı okumasına vesile olur… Oradan da Kur’ana giden yolla… Bilemeyiz…
 
Önce kitap tanıtımında yazanlar sizlerle paylaşayım.
Bu kitap, şu altı soruya Kur’an’ın verdiği cevapları günden yapmaktadır:
1.       Kamunun haklarını, halkın malını yiyenlerin din açısından durumları nedir?
2.       Halkı soymayı kolaylaştırmak için dini, namazı- niyazı araç yapanların din açısından durumları nedir?
3.       İbadetlerine riya bulaştıranların din açısından durumları nedir?
4.       Kitleler, ne dediğini anlamadan ibadet etmeye zorlayanların din açısından durumları nedir?
5.       İlk dört soru bağlamında Türkiye’nin durumu nedir?
6.       İlk dört soru bağlamında dünyanın durumu nedir?
 
Olmak ya da olmamak noktasını belirleyen sorulardır bunlar. Genelde dünyanın, özel olarak da Türk milletinin, cevabını aramakta birkaç asır geciktiği sorulardır bunlar. Genelde insanlıktan, özel olarak da Müslüman halklardan asırlardır saklanan sorulardır bunlar. Kur’an’daki cevaplarının üstü örtülen sorulardır bunlar.
Bu kitap, genelde dünya düşünce tarihinde, özel olarak da İslam düşünce tarihinde, bu soruların Kur’ansal cevaplarını açık bir biçimde veren ilk kitaptır.
Bu kitabı okumadan İslam’dan söz etmek, öyle sanıyoruz ki, küresel kapitalizm ve emperyalizmin hizmetine uyarlanmış ‘‘ Ilımlı İslam’’ adlı sömürge dininden söz etmenin ötesine geçemeyecektir.
Kitap hakkında tek bir cümle ile yorumda bulunmam gerekirse, kendime çok rahatlıkla şunu diyebilirim; Dilek bu kitabı okumak için niye bu kadar geç kaldım.
Maun süresi ışığında, sürenin yanı sıra Kur’anı, Kur’an ın temel felsefesini, peygamberin tutumunu ve devrin olaylarına bunun yansımasını ve günümüzdeki karşılıklarını o kadar akıcı ve anlaşılabilir bir düzeyde anlatıyor ki bunu burada detaylandırmamın imkânı yok. Ancak alıp okumalısınız. Ki günümüzün en önemli sorunlarında olan Maun süresi ihlallerini görüp, bunun karşısında safınızı belirleyin.
Biliyorsunuz, ben kitaplarımın çoğunu kütüphaneden alıp okuyorum. Bu kitabı da kütüphaneden aldığım için haliyle daha önce birileri tarafından okunmuştu. İşte okuyan biri bu notu yazmış kitaba. Paylaşmadan edemedim. Kitabı okurken beni oldukça güldüren bir şeydi bu.
 Yazıya son vermeden bu kitabı okumak isteyenlere kitabın, daha doğrusu yazarının bir uyarısı var. Bende bunu sizlerle paylaşıp yazımı bitiriyorum.
Uyarı:
Tanrı’yla, dinin gerçeği ile hukukla, vicdanla yüzleşmek istemeyenler bu kitabı okumasınlar!Çünkü bu kitap, gerçeklerle yüzleşmekten kaçanlara ‘’Ilımlı İslam’’ adlı sömürge dinini gerçek İslam zannedenlerin tüm dayanaklarını, şiddetli bir Kur’an vuruşuyla paramparça etmektedir.
 
 

2 Kasım 2015 Pazartesi

İmamlar ve Haramiler Medyası…


Usta gazeteci-yazar Sabahattin Önkibar, Türkiye’nin yakın tarihinden başlayarak günümüze uzanıyor ve medya-politika ilişkilerine dair sarsıcı, şaşırtıcı gerçekleri ifşa ediyor.
İmamlar ve haramiler medyası, net bir ‘’ çöküş’’ manzarası sunuyor.

‘’ Medyaya zifiri bir karanlık çökmüş durumdadır ’’  diyen Önkibar, yalnızca yozlaşan gazetecilerin değil, her şeye rağmen direnenlerin, satın alınamayanların da portrelerini çiziyor. AKP öncesi ve sonrasında çarpıcı kesitler aktaran kitap, medya üzerindeki baskının boyutlarını gözler önüne seriyor. Erol Simavi’den Aydın Doğan’a, Kemal Ilıcak’tan Asil Nadir’e, Cem Uzan’dan Dinç Bilgin’e, Turgay Ciner’den Ethem Sancak’a açılan yelpazede medya tarihi yeniden yazılıyor.
  • Burnundan soluyan Turgut Özal ve ilk ‘’ havuz medyası ’’
  • ‘’ Vehbi Koç’un gayrimeşru oğlu ‘’ denilen medya patronu
  • Erol Simavi neden İsviçre’ye kaçtı?
  • İhlas Grubu ve Recep Tayyip Erdoğan
  • Sabah- Atv grubunun gerçek satış öyküsü
  • MedyadaKİ MİT’çiler
  • Cumhuriyet’i tefriş eden ünlü gazetecinin amacı neydi?
  • Cemaat medyasının lejyonerleri
  • Türk Silahlı Kuvvetleri ve medya

Blogumda okuduğum kitaplar hakkında yorumlarımı paylaşmaya karar verdiğimde okuduğum her kitabı mı yoksa bazı kitaplarımı paylaşacağımı tam anlamı ile karar vermemiştim. Özellikle içeriğinde siyasi unsurlar olan kitaplar hakkındaki yorumlarımı yazıp yazmamakta karasızdım.
Ancak okuduğum bu kitabı sizlerle paylaşmam olmazdı…

Kitabı bir gecede bittirdim, kitap içeriği o kadar ilgimi çekti ki kitabın sonuna nasıl geldiğimi anlamadım. Kitap tanıtımında yazanların yanında yazmayan da o kadar ilginç öyküler, gerçek öyküler, var ki kitapta elimden bırakmak mümkün olmadı.
Ve böylece bu kitabı blogumda sizlerle paylaşmak istedim. Çünkü bir kişinin bile bu kitabı okumasına vesile olmak benim için büyük bir mutluluk kaynağı olur.
Medyamızın dünü bugününü merak eden kim varsa bu kitap kütüphanesinde bir kaynak kitap olarak yer almalı bence.

Bu kitap hakkında ki yazımı sonlandırırken, kitap içeriği hakkında daha fazla detaylı bilgi vermiyorum kitabı okuyacakların ilgisini azaltmamak adına , kitabın son paragrafını sizlerle paylaşmak istiyorum. Bence her şeyin özeti olan paragrafla…

Görseli, yazılısı, sanalı tüm medya dünyamız bugün artık tükenişi yaşıyor. Pek çok kurum misali, medya da görünürde var ama gerçekte yoktur.

Sevgiler…