25 Ağustos 2016 Perşembe

Yatağımdaki Yabancı…


Evlilik Bir Kumardır…
Dört yıl önce Isabel’e mantık evliliği yapmayı teklif ettiğinde Gray vurdumduymaz bir yakışıklıdır fakat artık genç adamın içindeki o çocuksu serseriden geriye eser kalmamıştır.  O artık sırların içine gömülmüş ve kaybolduğundan beri yaptığı şeyler hakkında hep sesiz kalmıştır.

Aşksa Bu Oyunun En Büyük Sürprizi
Isabel’in kolaylıkla başa çıkabildiği o pervasız genç artık yoktur ve bu tutkulu adam ehlileştirilemez gibi görünmektedir. Genç kadın, Gary’in içinde yanan ateşi keşfetmeye cesaret edebilecek ve karşı konulamaz bir yabancıya dönüşen aşığına içini açabilecek midir?

Nefes kesici olmayan tek bir satır dahi yok.
Romance Junkies

Cüretkâr bir biçimde özgün, cesur ve duygusal. Zekice kurgulanış…
Romantic Times

Sylvia Day’in her kadının hak ettiği bir ödül.
Teresa Medeiros

 Bazen içi boş kitaplar okumayı isterim, her kesten her şeyden uzaklaşmak için.
Biraz romantik olursa da iyi olur hani. İşte böyle bir tarz kitap okuma serüvenimde ki bir durak oldu Yatağımdaki Yabancı.
Daha rahat yaşama için yapılmış bir sahte evliliğin gerçek evliliğe dönüşme öyküsü. Öykünün içeriğinde pek bir derinlik yok, zaten bunu da aramıyoruz değil mi bu kitapta?
Kitabın dili akıcı, nasıl başlayıp bittiğini anlamıyorsunuz.
Kitap hakkında diyebileceklerim bu kadar.  Günü geçirmek, her şeyden uzaklaşma isteyenlerin okuyabileceği bir kitap.
Ama sakın ola pek fazla bir şey beklemeyin.
Bir anlık okuma zevki o kadar.
Sevgiler…









10 Ağustos 2016 Çarşamba

Kavgam…


Kavgam’ın ilk iki cildinde sıtma ateşine tutulmuş gibi oldum. Dört gün boyunca okumaktan başka çok az şey yaptı, e postlarımı cevaplamadım, köpeğimi yürüyüşe çıkarmadım, bulaşıklar lavaboda yığıldı. Anlatının ışıkları sizi olduğunu yere mıhlıyor, tıpkı otobanın ortasında kalakalmış bir hayvan gibi.
Dwight Garner, New York Times

‘’ Kalp için hayat basittir: Atabildiği kadar atar. Sonra durur.’’

Hiçbir sır bıkamayan bir dürüstlükle yazıyor Knausgaard. O yazdıkça nefesler tutuluyor, heyecandan kalp çok kereler duracak gibi oluyor. Onun yaşamına giriyor, kendi kalbinizden çok ama çok uzaklara gidiyorsunuz ama bir anda orada sadece kendi kalbinizin attığını duyuyorsunuz.  Knaugaard Kavgam’da eşsiz bir ustalıkla bize yaşamlarımızı geri veriyor.

Bırakamıyordum, bırakmak istiyorum, bırakamıyorum, sadece bir sayfa daha, sonra akşam yemeğini hazırlayacağım, bir sayfa daha…
Vösterbottens- Kuriren-İsveç

Nasıl, çarpıcı bir tanıtım yazısı değil mi? Benim için, etkileyici olduğu kesin. Çünkü bu yazıyı okuyarak kitabı okumaya karar verdim.
Ama aynı şeyi kitap için söylemem mümkün değil maalesef. Kitabı zor okudum ve zor bitirdim. Ve serinin diğer kitaplarını okumayı da düşünmüyorum, üzülerek belirtmek gerekirse.
Nedenine gelince bir kere kitaptaki öyküyü, daha doğrusu yaşam öyküsünü sevmedim.
Oldukça iç karartıcı bir öyküydü benim için.  Benim kendi hayatım yeteri kadar iç karartıcı iken birde İsveçli bir adam için üzülmeyi mantıklı bulmadım kendi adıma.
Öykü dram içerdiği içinde kitabın akıcılığı sekteye uğruyor doğal olarak.
O sebeple öyküyü ve yazarın dilini sevmediğim için benim için hayal kırıklığı olan bir kitap oldu benim kitap okuma yolculuğumda.

Peki, siz bu kitabı okudunuz mu?
Peki, siz sevdiniz mi yoksa benim gibi mi hissetiniz?
Yorumlarınızı merakla bekliyorum.
Sevgiler…





27 Temmuz 2016 Çarşamba

Goya’nın Hayaletleri…


Yaşadığı dönemde ( 1746-1828) Kral ailesinin ve İspanya sosyetesinin ressamı olarak ün salan Francisco Goya y Lucientes, resim sanatında büyük bir etki çemberi yaramasının yanı sıra, o çağın Avrupa Hıristiyan dünyasını cehenneme çeviren Engizisyon uygulamalarının da önemli bir tanığıdır. Engizisyonun casusları her yerde dolaşıyor, Hıristiyan inancına aykırı saydıkları söz ve davranışları kilise yetkililerine ihbar ediyor ve insan hayatlarını söndürüyorlardı.

Goya’nın dostlarından tüccar Tomas Bilbatua’nın kızı İnes, bir gün kardeşi ile gittiği restoranda domuz etini sevmediğini söyler. Orada bulunan casuslardan biri, genç kızı Engizisyona ihbar eder. Genç kız tutuklanır, Hıristiyanlık dışında gizli bir din taşıdığı suçlaması ile yargılanır ve işkence edilerek ‘’ suçunu ‘’ itirafa zorlanır. Rahip Lorenzo Lucientes ise, eziyet ve işkenceler altında bitkin düşen genç kıza- içindeki şeytandan kurtulması için yardımcı olduğu günlerde- hücrede tecavüz eder.
Engizisyon zindanında unutulan genç kızı aramak, Goya’nın hayatının amacı haline gelir ve olaylar zincirleme bir trajediye dönüşür.

Büyük ressamın yaşamına denk düşen tarihsel olaylar, İspanya'nın kanlı bir dönemi, yürek burkan insan acıları, ustaca kurgulanmış bu romanı, Şilan Evirgen’in berrak Türkçesiyle unutulmayacak yapıtlar düzeyine yükseltiyor.

Resim sanatına büyük bir hayranlığım vardır. Goya ise hayran olduğum bir ressam, özellikle son dönem resimleri.
İşte kitabı satın alıp, okumam sırf kitabın adı oldu.
Hikâye İspanyanın Engizisyona döneminde yaşanaları arka planda Goya’nın gözlemleri ile birleştirerek anlatıyor.
Esas hikâyenin kahramanı ise bir Engizisyon papazı olan Lorenzo. Yükselişi, iktidarının zirvesine ulaşması ve düşüşü. Dramları, iki yüzlülükleri ile bir dönemde arka planda.
Hikâyeyi genel olara sevdim ki kitabı almama neden olan Goyanın geri planda kalmasına karşın.
Peki, sevmediğim ne dili özellikle çevirisi.
Diğer okuduğum Vatan kitapları gibi burada çeviride bir sorun vardı. Cümleler kopuk, edebi bağlamı pek olmayan bir şekilde hikâyeyi anlatmaya çalışıyordu. Kitap pek kalın olmadığı için bunları göz ardı hikâyeye devam edip okudum. Ama kalın bir kitabı okumadan oldukça keyifsizliklere yol açacağını düşünüyorum.

Yani kısaca ne tavsiye edebileceğim, nede edemeyeceğim bir kitap bu.
Gününüzün, resim paletindeki renkler gibi geçmesi dileği ile;
Sevgiler…


20 Temmuz 2016 Çarşamba

Felsefika…



Düşünce tarihine fantastik bir yolculuk…
Büyük bilgi denizi hiç kalkmayan bir sisle kaplıdır: Kral Huxley, halkını onları sonsuza kadar mutlu edecek büyülü bir iksiri içmeye zorlamaktadır.

Platonicus-Kanticus ile arkadaşı Kall Maks, bu durumu kuşkuyla karşılamaktadırlar. Kral neyin peşindedir? Mutluluk iksirinde onların hoşuna gitmeyen şey nedir? Ne yapabilirler ve bir şey yapmaları gerekir mi?

Bu soruları cevaplandırmanın tek ylu, bilmeye cesaret edip, tavan arasında tozlanmaya terk edilmiş büyülü bir aynanın içinden Felsefika’ya geçmektedir. Orada onları Kaos Cadısı, Kötü Kral Nieetsche, Bilgi Ateşi, Zen Kedileri ve İstem Nehri beklemektedir.

Markus Tiedemann, felsefi karakterlerin ve kavramların piyanosunu bir virtüöz gibi çalarak düşüncenin dostlarını didaktik ve kuru bir felsefe okuması yerine, felsefe tarihinin kateden masalsı bir serüvene davet ediyor.
Öğrenerek özgürleşenler için…

Kitap hakkında görüşlerimi tek bir kelime ile ifade etmem gerekirse; Bayıldımmmmmm !!!!
Kitabı kütüphaneden tesadüf eseri olmama neden olan ve aslında hiçbir şeyin tesadüf olmadığının bilinci ile neden olana şükürler olsun.

Felsefenin temel kavramların ve kısa bir klasik felsefe tarihini, üç arkadaşın başından geçenleri ile birlikte o kadar güzel, yalın ama bir o kadar derin bir şekilde anlatıyor ki felsefe böyle anlatılmalı diyorsunuz. Özellikle bizim gibi felsefe denilince korkulan bir yerde.

Bu kitap, bir zamanların popüler kitabı olan Sofinin Dünyası kadar ilgiyi hak ediyor bence. Kurmacalar o kadar güzel ki bende Felsefika’da bir an için kaybolacağımı düşündüm.
Kitabı okurken de birçok yeni okunacak kitaplar, araştırılacak konular listem oldu. Bir an önce de bu listeme başlamak için sabırsızlanıyorum.

Spare Aude

Eğer kitabı okursanız ki bence kesinlikle okumalısınız, Fildişi Kulesinde ki Rahat bölümü size bir şeyle çağrıştıracak mı? Merak ediyorum.
Görüşlerinizi merakla bekliyor olacağım.

Düşünerek var olmanız dileği ile;
Sevgiler…







12 Temmuz 2016 Salı

Aşk Su Anı…


 Anılarımız asla yok olmaz, bir gün düşer usulca yanı başımıza…
Ben kimim ?

Aslını söylemek gerekirse bunu bende bilmiyorum. Herkes Lucie Walker olduğumu söylüyor ama saha öncesinde hayatımı sürdürdüğüm bu eve, eşyalara bakıyorum ve hiç birini kendime ait hissedemiyorum. Eski, kuralcı, kendini korumayı görev haline getirmiş Lucie’ye ulaşmak için ellerimi uzatıyorum ama hiçbir zaman hatırlayamayacağımdan korktuğum anılar denizinde boğuyorum.

Sonra o anılar denizinde onu görüyorum. Her şeyin yabancı göründüğü eski hayatımdan, tanıdık gelen, samimi bir yüz. Benim onu yeniden tanıyıp, sevmem onun da karşısında ki yeni insana alışması gerek. İşin kötü yanı ise bunu nasıl yapacağımız hakkında ikimizin de bir fikri yok.
Gizem ve psikolojik dramın mükemmel bileşimi olan bu romanda, sevdiğiniz insanları ve daha önemlisi kendinizi ne kadar tanıdığınızın nefes kesici hikâyesini keşfedeceksiniz…


Diyor Jennie Shortridge nin yazdığı Aşk Su Anı kitabının tanıtım yazısında.
Çok uzun zaman önce okuduğum, kitap blogumu açmadan çok önce, ama yine de blogumda olmalı, aklımda kalan kadar olsa bile dediğim bir kitap, bir öykü bu.

Esasında aklımda değil yüreğimde kalan bir öykü oldu Lucie’nin öyküsü.
Başına ne geldiği bilinmeyen, kaza mı geçirdi yoksa başka bir şey mi nişanlısı tarafından endişe ile aranırken, hafızasını kaybetmiş bir şekilde bulunan Lucie . Peki, Lucie kendini, varlığını onu o yapan şeyleri hatırlamazken, başkası tarafından anlatılan Lucie’yi ne kadar benimseyecektir. Peki, arada gelen anılar? Onları nereye koyacaktır yaşamında. Kendisinin nişanlısı olduğunu iddia eden, ama artık tanımadığı bir erkek ile yeni bir yaşama başlamak…

Böyle başlayan ve devam eden, nasıl başlayıp bitirdiğimi anlamadığım, aradan o kadar uzun zaman geçmesine karşın hala öyküyü hatırladığımda içimde bir şeyleri sızlatan bir kitap.

Yüreğe dokunan, dışta sakin gibi görünen ama içte patlayan yanardağların olduğu bu kitabı, bunca zaman sonra bile rahatlıkla okuyucularım olan sevgili kitap dostlarıma rahatlıkla tavsiye ederim.
Sevgiler…




6 Temmuz 2016 Çarşamba

Kızlar Arasında…


Üç Kız Arkadaşın Dostluğu....

Buranın ne kadar güzel olduğunu neredeyse unutmuşum.
Güneş suyun üzerinde hafifçe yükselmiş, her şey pırıl pırıl ve adeta sarımsı.
Camdaki yansımam soluk gözleri, ayrık dudakları ve rüzgârda uçuşan saçları ile bana bakıyor.
Artık yedinci sınıfta burayı terk eden kız değilim.
Büyüdüm elbette ama sadece o da değil. Değiştim…
Kendime baktığım zaman daha güçlü birini görüyorum, hatta daha güzel.

Acaba beni tanıyacak mı, merak ediyorum. Bir tarafım tanımasa diye umuyor. Bir tarafımda, geri dönebilmek için ailemi terk eden tarafım, tanısın istiyor. Tanımak Zorunda!  Yoksa bütün bunların anlamı ne?

Kartpostallara yaraşır Jar Adası etkileyici turistik dükkânları, bozulmamış plajları, inanılmaz okyanus manzaralı evleri ve gizli bir intikam peşinde koşan üç kız arkadaş; Mary, Lillia ve Kat. Mary geçmiş yılların travmasını yaşamaktadır ve buna sebep olan çocuk hak ettiğini bulacaktır.
Kızların üçü de intikam ateşi ile alev alev yanmaktadır.

Çok uzun zaman önce okuduğum bir kitaptı bu, kütüphanemin derinliklerinde kalan.
Artık okumadığım ve kaynak kitap niteliğinde olmayan kitapları bağışlamaya karar verdiğimde, yani seneler sonra elime tekrardan aldığım bir kitap.

En azından ufakta olsa bir yorum yazmak istedim, benden ayrılmadan önce bu kitaba…
Kitap bir gençlik kitabı, bir lise dönemi geçliği için yazılmış bir öykü.
Peki, ben bu kitabı niye aldım, amacım neydi bilmiyorum. Kitap yeni olmasa da, kendimi liseli zannedecek bir yaşta da okumadım doğrusunu söylemek gerekirse.

Ama iyi ki okudum, akıcı bir dilli olan, olay örgüsü de kendi kategorisine göre gayet başarıl bir hikâye.
Kitabı okurken hiç sıkılmadım. Ne olacak acaba kızlar hain Reeve ve sinsi Alex’e gününü gösterecek mi diyerek kitabın sayfalarını çevirip durduğumu bugünkü kadar net hatırlıyorum.

Eğer sizde biraz olsun nostanji yapmak isterseniz bu tarz kitapları arada bir okumalısınız derim.
Çünkü her geç kızın hayatında böyle hanin ve sinsiler var. Değil mi? O günleri hatırlamaya ve hayatın kazıklarını yemeye başladığımız o günlere dönmek zevkli oluyor kanımca. Özellikle her şeyin bu kadar kötü gittiği zamanda.

Umarım bu kitabı benden sonra da okuyanlar benim gibi hoşça vakit geçirirler bu üç çılgın kızın maceralarında.
Sevgiler…




29 Haziran 2016 Çarşamba

Kara Melek…

Kendini Yalnız Hisseden Bir Kadın Ne Kadar Tehlikeli Olabilir?


Linda Howard ismi artık neredeyse heyecanla eş anlamlı hale geldi.
Romantic Times
İkinc, şansların asla oladığı, entrikalarla nefes kesen bir romantik macera.
Publishers  Weekly
Linda Howard ta anlamı ile olağanüstü bir yazar.
Iris Jhansen
Romantizim ve gerilm ancak Linda Howard Sayesinde b ir araya gelebilir.
Sandra Brown
Heyecan verici, garanti ediyoruz bu kitap sizi etkisi altına alacak.
Barnes&Noble

Hafta sonu okumak için tamda aradığım türde bir kitaptı Kara Melek.  Sayfalarını nasıl çevirdiğini anlayamayacak kadar sürükleyici, içinde aşk olan ve hatta biraz macera ve okurken bir şey düşünmemi sağlayan bir kitap.

 Kitap,ana  kahramanı olan Drea’nın maceralarını anlatıyor.
Drea öncelikle bir uyuşturucu kaçakçısı Rafael ile yaşıyor, ama hayatından pek memnun değil. Bir gün gitme planları yapsa da cesaret edemiyor bir türlü. Sonra bir olay oluyor ve Simon ile tanışıyor, önce ona âşık olduğunu sanıyor sonra ondan korkup hem ondan hem Rafael’den kaçıyor.
Bu sırada ise hayatında öyle bir olay yaşıyor ki ikinci bir şans elde ediyor her şeye yeniden başlamak için. O da bu hatalarını düzeltmeye çalışıyor yanında Simon ile birlikte…

Kafanız mı karıştı, detaya girmek istemedim heyecanı kaçmasın diye ama! Eğer öykü ilginizi çektiyse kitabı okumalısınız.

Kitap hakkında ki düşüncemi özetlemem gerekirse; Eğer sizde biraz olsun kafanızı dağıtmak ve bunu da bir kitap okuyarak yapmak isterseniz kesinlikle tavsiyemdir Kara Melek.

Ufak bir not, kitapta birazda olsa cinsellik var, eğer bundan rahatsız olacaksanız bu kitabı okumanızı tavsiye etmem.
Sevgiler…


23 Haziran 2016 Perşembe

Kurtlarla Koşan Kadınlar / Vahşi Kadın Arketipine Dair Mit ve Öyküler…

Hayır, bu kitabı bir solukta okumadım…
Evet, bazı bölümleri okurken anlamakta zorlandım…
Bazen ara verdim okumaya…
Kitabın kapağını kapatıp hikâyenin içine girdim bazen…
Ama elimden hiç bırakmadım bu kitabı…
Okudum, düşündüm, notlar aldım ve hikâyede kurtlarla birlikte yürüdüm…
Bir vahşi kadın olarak…



  Edebiyat fakültesinde okurken Mitolojiye Giriş diye dersim vardı ve ben bu ders kitabını çalışmaz resmen bir kitap okur gibi okurdum. Ve mitolojiye, özellikle Türk Mitolojisine hayran kalırdım. O günden bu güne mitoloji benim özel ilgim oldu, içinde anlatılanlara birlikte. O sebeple de bu kitabı okurken o dönemde okuduğum benzer mitolojik hikâyelere ve çözümlemelere benzer bir keyifi aldım.

Unutmayın ister bir çiçeğin yarısı, ister dörtte üçü, isterse tamamı açmış olsun çiçek açıyor deriz.

Kitap, mitolojik öyküleri kadın bakış açısı ile kadınların hayatını anlamak adına yorumluyor. Ve öyle noktalara parmak basıyor ki yazarın analizlerine hayran olmamak elde değil. Kitapta on altı ana başlık altında ana hikâyeler ve bunlara paralel hikâyeler mevcut. Kadın yaşamı ile ilgili çözümlemeler ile bu hikâyeler deşifre ediliyor. Bu çözümlemelerin içinde öyle bölümler, öyle analizle var ki kitaptan alacağım notlar bayağı çok olacak benim için.



ve artık uzattığımız saçları duygularımızı saklamak için kullanmayalım.

Yalnız ufak bir not, mitolojiyle hiçbir ilginiz yok ise ve hikâyeleri yorumlama anlamlandırma hakkında pek bir şeyler bilmiyorsanız size sıkıcı ve hatta ağır gelebilir bu kitapta anlatılanlar. Çünkü kitabın dilli yoğun bir mitoloji çözümlenmesini gerekiyor. Bu bilginiz yok ise kitaptan benim kadar keyif almaya bilirsiniz.

Bence her kadının, hele ki bizim gibi gelişmiş olan ülkedeler deki her kadının Rio Abojo Rio yani nehrin altındaki nehri duyması ve beslemesi gerekir. Bunu yaparken de bu kitap kadar Türk Mitolojisiden de , Umay Ana’dan da yardım alabiliriz… Ve içindeki uçmayı bırakan atmacayı geri çağırması gerekiyor kadınların…

Harpy sendromu; yetenek ve çabaları küçümseyerek ya da son derece yerici bir içsel diyalog kullanarak tahrip etmektir.
Bir kadın bir fikir ortaya atar ve Harpy onun üstüne sıçar.
Kadın ‘’ Şey, şunu şunu yapmayı düşündüm der. ‘’
Harpy ‘’ Bu aptalca bir fikir, kimse bunlarla ilgilenmez, gülünç denecek kadar basit. Pekâlâ, sözlerimi bir kenara yaz, fikirlerin çok budalaca, insanlar sana gülerler aslıda söyleyecek bir şey yok. ‘’ der.
Harpy konuşması budur.

bu kitabıb yorumunu,  Harpy’in sesine direnen tüm yarım kadınlara armağan ediyorum.

Yazarın dediği gibi psikanalitik bir öğüt mü istiyorsunuz?
Gidin kemik toplayın…
Sevgiler…




17 Haziran 2016 Cuma

Dinle Küçük Adamdan ….

Bir kartal, tavuk yumurtaları üzerine kuluçkaya yatsa ne olur biliyor musun küçük adam?
Başlangıçta kartal, yumurtalardan kartal yavrular çıkacağını, bunların büyüyüp küçük kartallar yetiştireceğini sanır. Birde bakar ki yumurtalardan civciv çıkıyor. Çaresizlik içinde bulunan kartal, civcivlerin büyüyüp kartal olacağı umuduna sarılır bu kez.  Ama civcivler büyüp büyüp birer tavuk haline gelmektedir.

Kartal bu durumda, gıdaklayan tavuklarla civcivleri yeme itkisi duyar. Onu yemekten alıkoyan tek şey küçük bir umuttur; bu civcivlerden birinin bir gün küçük bir kartal olabileceği, büyüyüp kendisi gibi yetenekli, kendisi gibi çok çok yükseklerdeki yuvasından bakıp uzakları görebilecek, böylece yenidünyalar, yeni düşünceler ve yeni yaşama biçimleri bulunduğunu anlayıp bunları arayabilecek büyük bir kartal olabileceği umudu. Üzgün ve yalnız kartal yumurtalardan çıkan tavuk ve civcivleri yemekten alıkoyan şey yalnızca bu küçük umuttur işte.

Tavuklarla ve civcivlerle gelince, onlar bir kartalın kuluçkaya yatması sonucu dünyaya geldiklerinden habersizdirler. Nemli, karanlık vadilerde çok çok yükseklerde sarp kayaların üzerinde yaşadıklarından habersizdiler.   Tek başına kalmış kartal gibi uzaklara bakmazlar. Kartalın kendilerine getirdiği yiyecekleri tıkınıp durmaktadırlar boyuna, durmada gagalamakta ve karınlarını doyurmaktadırlar. Yağmur yağdığında ya da fırtına koptuğunda onun güçlü kanatları altından ısınmakta, korunmaktadırlar. Kartalsa kimsenin yardımı olmadan kendi gövdesini fırtınaya siper etmektedir.

Daha da kötüsü, bu tavuklar ona tuzaklar kurmakta, siperler ardına gizlenerek ona ucu sivri kaya parçaları, taşlar atmaktadırlar. Onların kendisine kötülük yaptığını anlayan kartal önce bu tavukları parçalama istediği duyuyor. Ama düşünür, onlara acımaya başlar. Belki, diye umar, gün gelir, bu yalnız önünü gören ve gıdaklamaktan, yalanıp yutmaktan başka bir şey bilmeyen tavuklar arasından kartal gibi olma yetisine sahip bir yaratık çıkar.

Yalnız kartal, bugün bile umudunu yitirmiş değildir. Bu yüzden kuluçkaya yatmayı, civcivler çıkarmayı sürdürmektedir.


15 Haziran 2016 Çarşamba

İrrasyonel….




Sizce tekerleme okuyarak kilo vermek mümkün mü?
Hangisini tercih edersiniz: Yüksek bir maaş mı yoksa iş arkadaşlarınızınkinden yüksek herhangi bir maaş mı?
Mavi gözlü annenin kızının mavi gözlü olması mı, yoksa mavi gözlü kızın annesinin mavi gözlü olması mı daha muhtemel?
Dönme dolaba binmek mi yoksa bisiklet sürmek mi daha tehlikeli?
Bir psikoloji deneyi içini birine öldürücü şoklar vermeyi kabul eder misiniz?

Kitabı isminden dolayı tetikte değilseniz, bu sorulara verdiğiniz yanıtların bazıları muhtemelen irrasyonel. Dahası, tüm soruları yanıtladıysanız kesinlikle irrasyonelsiniz, çünkü kimisinde yanıt vermeye yetecek kadar bilgi yok. Mutlaka yargıya vara ihtiyacı ise irrasyonelliğin sık rastlanılan sebeplerinden biri.

Stuart Sutherland’in İngiltere’de kült haline gelmiş ve yılardır çok satanlar listesinde bulunan kitabı İrrasyonel, pek çok psikolojik deneyinden ve gündelik yaşamdan çoğu zaman sizi şaşkınlığa sürükleyecek örnekler sunarak, irrasyonelliğin yaygınlığını ve olağanlığını gözler önüne seriyor. Ünlü Milgram deneyinden Genovese Sendromuna, Pearl Harbor bombardımanından şampuan reklamına kadar pek çok farklı olguyu inceleyerek, ‘’ içimizdeki düşmanın ‘’ nelere yol açabileceğini gösteriyor.

Bu kitabı okurken ‘’ Biri bunu bana çok önce anlatılmalıydı ‘’ diyeceksiniz.

Kesinlikle büyüleyici.
Oliver Sacks

Bu kitabı almalısınız, her evde bir tane bulunulmalı. Dahası uygarlığımızın gelişimi adına otel odalarının başucu çekmecelerine bu kitabı koymalılar.
The Guardian

İnanılmaz sürükleyici ve fevkalade iyi yazılmış.
Richard Dawkins

… kitabı neredeyse bir solukta okudum ve kendi kendime de ‘ neden bunu satın alır almaz okumadım ’  diye kızdım.
İsmet Berkan, Radikal

Baştan sona canlı, eğlenceli ve etkiliyeci.
British Journal of Psychiatry


Psikoloji romanlarını okumayı sevdiğimi artık biliyorsunuz.  Bu kitapta bu doğrultuda okuduğum ve oldukça keyif aldığım bir durak oldu. Kitap tanıtımında sorulan sorular ilgimi de çekti, tanıtımda yazanlarda merak uyandırıcıydı. Sonuç olarak, kütüphaneden bu kitap elimde evime doğru yol aldım. Ve akşamına kitap elimde, gözümden uyku akarken zar zor okumayı arım bırakıp yatmaya gidebildim.

İlk önce şunu söyleyeyim, kitap tanıtımında sorulan tüm soruların cevabı kitap içinde mevcut.
Özellikle; Hangisini tercih edersiniz: Yüksek bir maaş mı yoksa iş arkadaşlarınızınkinden yüksek herhangi bir maaş mı? Sorusunun cevabı beni çok şaşırttı. Kitabı okursanız eğer sizde bu cevaba şaşırır mısınız, merak ediyorum doğrusu.

Hadi kitabı biraz anlatayım artık;
Kitap 23 bölümden oluşuyor. İnsanların yaptığı en önemli irrasyonellilerini konularını içeren. 
Çok keyifle okunan bölümler bular.
Yazar psikolojik kavramları çok yoğun kullanmamış, kullandıklarını ise bu bilim dalından kişilerin rahat okuması açısından oldukça yalın bir şekilde açıklayarak kullanmış. O sebeple kitabı çok rahat bir şekilde okudum. Bilmediğim, anlamadığım kavramlar yoktu.
Hatta yazar istatistikîn önemini ve daha rasyonel kararlar almak için bu bilimi kullanmamız gerektiğini vurgulayıp, açıklamalar yaparken istatistiğe ait kavramlar içinde aynı açıklama yöntemini kullanmış.
Sanırsam kitabın bu kadar çok okunmasının nedeni de bu. Kavramları bilmeseniz de, hem yalın bir dille kavramı anlatıp örneklendiriyor kitap. O sebeple de daha çok okuyucuyu, bilim dışından olanları da kapsayabiliyor.
İnsanların irrasyonelliklerin okudukça sizde şaşıracak, hatta bazen bu irrasyonel insanların içinde olduğunuzu fark edip utanacaksınız belki de.

Kitapta okumaktan en çok zevk alığım, hatta beni zaman zaman kahkaha attıran kısım ise her bölüm sonunda yer alan Kıssadan Hisse bölümü. Konuyu özetlerden öyle komik ifadeler ile yazar özetlemiş ki, insanın yüzünün gülmemesi imkânsız bence.

Kısaca özetlemek gerekirse ben kitabı çok sevdim ve çok şeyde öğrendim. Dilinin de oldukça yalın olması nedeni ile sizlere de rahatça tavsiye edebilirim.

Olumsuz bir görüş söylemem gerekirse kitap hakkında; Kitapta verilen bazı istatistikî kavram ve yorumlar beni zaman zaman sıktı, okulda en sevdiğim derslerden değildi istatistik, ama bu tamamı ile benim ile istatistik arasında ki bir mevzu. Sizi sıkmayabilir belki…

Kitap hakkında düşüncelerimi paylaşmayı bitirmeden önce şunu da söylemek isterim: yazar esas irrasyonelliği görmek istiyorsa ülkemize gelmeliydi.  Hatta kitabın ismi bile irrasyonelden çok daha fazla bir tanımlamayı hak ederdi sanırı. Yazar vefat ettiği için bu mümkün değil ne yazık… Yazarın toprağı bol oldun diyerek bugünlük benden bu kadar…

Sevgiler…

Ufak bir not yazarın kendi manik depresif bozukluğunu anlattığı ve dilin de oldukça samimi olduğu söylenen  Breakdown okuma listeme alındı bile.



13 Haziran 2016 Pazartesi

Erdemliler…


Bu ramazan günlerinde, hafta sonu evde iftarı beklerden okumak için seçtiğim kitaptı Erdemliler.
Yazarı daha önce tanımıyordum, sadece kitap tanıtımında yazanları okuyarak kütüphaneden aldım.
Ve iyi ki almışım, çünkü iki gün boyunca elimden düşürmeden, bir sonraki sayfada ne olacak diyerek okudum. Yani oldukça sürükleyici bir kitaptı.

Kitap tanıtımında Dan Brown’un tahtına en büyük aday diye tanıtılmış yazar, k, bende buna katılıyorum. Onun tarzında bir kitaptı. New York’da ki bir Yahudi Cemaati çevresinde gerçekleşen olaylar, bu dinin ve cemaatin referans kaynakları eşliğinde olayları anlama ve çözme çabası.
Eğer sizde daha önce Dan Brown’un kitaplarını okumuş ve sevmişseniz bu kitaba da bir şans vermenizi öneririm.

Kafanızı dağıtmak, heyecan dolu bir maceraya girmek ve kahraman ile birlikte cinayetleri çözmek istiyorsanız sizi yazarın dünyasına davet ediyorum.
Kitap tanıtımı nerede derseniz; bu sefer ufak bir değişiklik ile yazımın sonunda sizlerle paylaşmak istedim.Bu ramazan günlerinde, hafta sonu evde iftarı beklerden okumak için seçtiğim kitaptı Erdemliler.

Yazarı daha önce tanımıyordum, sadece kitap tanıtımında yazanları okuyarak kütüphaneden aldım.
Ve iyi ki almışım, çünkü iki gün boyunca elimden düşürmeden, bir sonraki sayfada ne olacak diyerek okudum. Yani oldukça sürükleyici bir kitaptı.

Kitap tanıtımında Dan Brown’un tahtına en büyük aday diye tanıtılmış yazar, k, bende buna katılıyorum. Onun tarzında bir kitaptı. New York’da ki bir Yahudi Cemaati çevresinde gerçekleşen olaylar, bu dinin ve cemaatin referans kaynakları eşliğinde olayları anlama ve çözme çabası.
Eğer sizde daha önce Dan Brown’un kitaplarını okumuş ve sevmişseniz bu kitaba da bir şans vermenizi öneririm.

Kafanızı dağıtmak, heyecan dolu bir maceraya girmek ve kahraman ile birlikte cinayetleri çözmek istiyorsanız sizi yazarın dünyasına davet ediyorum.

Kitap tanıtımı nerede derseniz; bu sefer ufak bir değişiklik ile yazımın sonunda sizlerle paylaşmak istedim. 



Amerika’nın iki ayrı uçunda iki cinayet işlenir. Biri New York’un arka sokaklarında, diğeri ise Montana’nın ıssız ormanlarında. Hindistan’ın kalabalık kenar mahallelerinde Cape Town’un pırıl pırıl kumsallarına dek dünyanın dört bir yanında biz dizi cinayet işleniyordu, ama bunların birbirleri ile bir bağlantısı olmazdı.

İngiltere doğumlu The New York Times muhabiri Will Monroe bu cinayetlerin birbiriyle ilintili olduğunu sezinler, ama bir sabah güzel karısı Beth’i kaçırırlar. Beth gözlerini kırpmadan cinayet işleyebilecek adamların eline düşmüştür.

Umutsuzluk içinde kıvranan Will, elindeki ipuçlarını izleyerek insanlığın en eski inançlarından biri olan ve müritlerinin tutkuyla bağlantılı oldukları esrarengiz tarikatın kapısına ulaşır. Kutsal Kitap’ın derinliklerinde gezinen en eski kehanetleri ve mistik inanışları bir bilmece gibi çözerek gerçeğe ulaşmaya çalışır. Ve sonunda binlerce yıldır dünyaya hareket kazandıran ve insanlığın kaderini elinde tutan sırrı açığa kavuşturur. Ama her saat başı işlenen cinayetler ve her ipucu bir kodun altında gizlenmektedir, zamansa hızlı ilerlemektedir…

Konu ilginizi çektiyse, bu sürükleyici romanı okumanızı ve keyifli vakit geçirmenizi öneririm.
Sevgiler…


10 Haziran 2016 Cuma

Ben de Halimce Bedreddinem ...


Kendi kaleminden Radi Fiş’in özgeçmişi: 1924’te Leningrad’da doğdu. Babam da yazardı.1935’te ailem ile birlikte Moskova’ya gittik. 1941’de okullu bitirdim. Aynı yıl İkinci Dünya Savaşı başladı. Gönüllü olarak orduya yazıldım. Finlandiya cephesinde çarpışırken yaralandım, alt ay kadar hastanede kaldım. Oradan çıktıktan sonra Şarkiyat Enstitüsü’nün Çince bölümüne girmek istedim, yer yokmuş; Türkçe şubesine girdim, isabet olmuş.1944’ten beri Türk edebiyatı ile uğraştım, Nazım Hikmet’le dost oldum. Sabahattin Ali, Melih Cevdet Anday, Orhan Veli’nin şiirlerini Rusçaya çevirdim. İkinci mesleğim gemicilik.Gemiyle Küba’ya kadar gittim.Yük gemisinde ikinci kaptan olarak çalıştım.

Şeyh Bedreddin, günümüzden altı yüz yıl önce yaşadı. Dönemin en büyük düşünürlerinden biri olarak çağını çoç çok aşan cesur fikirler ileri sürdü, güçlü bir toplumsal adalet ve özgürlük özlemini dile getirdi. Amacını gerçekleştirmek üzere, esilmiş Türk, Rum, Yahudi… Emekçilerini bir araya getirip eğitti. Osmanlı yönetimin karşı Anadolu tarihinin en önemli köylü ayaklanması onun adı ile anıldı. Ben de Halimce Bedreddinem, bu büyük halk hareketinin belgesel romanı. Türk ve Osmanlı tarihine yoğunlaşan Sovyet yazar Radi Fiş, ayaklanmanın yaşandığı dönemden bugüne kalmış tüm belgeleri titizlikle incelemiş ve dönemin ayrıntılı bir resmini çıkarmış ortaya. Hem karanlık ortaçağ, Osmanlı devlet yönetimi, taht kavgaları hem de Osmanlının baskısı altındaki halkın yaşayışı; hem dinsel bir örgüt altında gelişen muhalefet düşüncesi, hem halk isyanı başarılı ve akıcı bir roman tekniği ile anlatıyor. Günümüze ışık tutan bir geçmişin gerçekçi romanı.

Kitabın arkasında yazan tanıtım yazısında denilenleri paylaştıktan sonra benim kendi tanıtım yazıma geçmemin vakti gelmiştir.

Öncelikle Şeyh Beddredine ilgi duymama ve bu konuda bir şeyle okuma ihtiyacı hissetmeme neden olan hikâyemden bahsedeyim.
Günübirlik gezi için İznik’teydim. Gezerken rehberimiz Şeyh Beddredinin de burada sürgünde bulunduğunu söylediğinde, nedendir bilinmez, Şeyh Beddredin hakkında bir şeyler öğrenmek için büyük bir açlık duydum, neden sürgün edilişti, İznik’ten nasıl kaçmıştı ben bunların hiç birini bilmiyordum ve bunları öğrenmem gerekliydi. Hem de hemen. Bu konuda ki en büyük yardımcım internet oldu tabiî ki. Ama kitabın yeri de başka deyip Şeyh Beddredin hakkında yazılan kitapları internetten araştığımda çıkan kitap listesinde bu kitaba da rastladım. Yazarını hiç duymamıştım. Ve ben bilmediğim şeylere merak duyan biri olarak hemen kitabı almak istedim. Ama internetten değil! Kitabı görecek içine bakacak, kokusunu duyarak alacaktım. Ki zaten internetten kitap almayı pek sevmem. Ama kitabı İstanbul’da gittiğim kitapçılarda bir türlü bulamadım. Galiba bu kitabın bendeki öyküsü geziler sonucunda oluştu. Çünkü kitabı tesadüf eseri kısa bir hafta sonu tatili için gittiğim Eskişehir’de buldum. Alınma tarihi 08.12.2013 olarak not etmişim. Kitabı bir solukta okudum. Zaman zaman merak , zaman zaman kızgınlık, zaman zaman hüzün ile … O dönemi yaşayarak, hissederek okudum. Eğer biri bir gün bana beni etkileyen sarsan bir kitap listesi sorsalar bu kitap kesinlikle o listede olur. Şey Bedreddinin bugüne  taşıyan düşüncelerini  serüvenini merak eden herkese kesinlikle okumasını tavsiye ettim bir kitap…


Ağlama, Mecnun. Hakikat bizimle! Vasiyetimdir: Bedenimi, şu bakırcılar çarşısı yakınında bir yere gömüm…  Ama beni kara toprakta değil, hakikati anlamış insanların yüreğinde arayın!

8 Haziran 2016 Çarşamba

Dinle Küçük Adam…

Binlerce yılın bakış açından görebiliyorum sen,
Binlerce yıl geçmişten ve binlerce yıl gelecekten bakıyorum sana.
Kendinden korkma duygundan kurtulmanı istiyorum.
Daha mutlu ve daha insana yaraşır bir yaşam sürmeni istiyorum.
Kasılmış bir beden yerine, canlı, yaşayan bir bedenin olsun istiyorum;
Çocuklardan nefret etmek yerine onları sevmeni, karına ‘’ evlilik gereği ‘’ işkence yapmak yerine onu mutlu etmeni istiyorum.


Eğer sen;
Kendin olmayan düşüncelere hayran ama kendininkine değilsen…
Bir şeyi ne kadar an anlıyorsan ona o kadar çok inanıyorsan…
Kendi kendini köleliğe mahkûm ediyorsan…
Kendinden başka bir kurtarıcı arıyorsan…
İnsanların ancak sana değin düşünür, senle birlikte değil diyorsan…
Kitaplığa gitmektense bir boks maçı izlemeyi tercih ediyorsan…
Kendi mutluluğunu tüketip yitirip bitiriyorsan…
Dost sever, sohbet sever maskenin ardından son derece kaba b ir yaratık varsa…
Ben kimim ki kendi görüşlerim olacak diyorsan…
Ve bir kartalın tavuk yumurtaları üzerine kuluçkaya yatmasının sonuçlarını merak etmiyorsan…
Kesinlikle bu kitabı okumamalısın…

Ufak bir not kitaptaki çizimlerde en az kitap kadar iyi.

Amaç, ona varmak için yürüdüğün yoldur. Bugün attığın her adım, senin yarınki yaşamındır.

Sevgiler…