philippa gregory etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
philippa gregory etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

17 Şubat 2016 Çarşamba

Kızıl Kraliçe ...

Kuzen Kuzene Karşı
15. yy
İngiltere’nin Jeanne d’Arc’ı olmaya kararlı bir kadın, ülkenin kaderini baştan yazacaktı. Onun önünde krallar bile durduramadı
 
 Lancaster kırmızı güllerin varisi Margaret Beaufort, İngiltere tahtının gerçek sahibinin kendi ailesi olduğuna tüm benliğiyle inanıyordu. Ancak onu ve ailesini bekleyen ihtişamlı kaderin yolunu bizzat çizmesi gerekecekti.
Kuzeni Kral VI. Henry aklını yitirince, Margaret hayal kırıklığına uğradı. İçindeki kutsal cevheri fark edecek kimse kalmamıştı. Üstelik Margaret, Fransa’da, İngiltere’nin yüz karası olmuş, beceriksiz bir babanın kızıydı ve annesi, onu sevmediği bir adamla evlenmesi için Galler’in bir ucuna gönderiyordu.
Babası yaşında adamlarla evlenip genç yaşında dul kalan, daha ön dört yaşında anne olan bu genç kadın, yalnızlığından bir zafer yaratmaya ararlıydı.
Her bedeli ödemek pahasına, oğlunu İngiltere tahtına çıkarmayı kafasına koymuştu. Siyasi dengeler her gün değişirken, Margaret gözünü kırpmandan hain ittifaklar ve gizli planlarla yoluna devam etti.Atık yetişkin bir adam olan sürgündeki oğlu, kendi ordusunu toplayıp en büyük ödüle ulaşacağı günü beklerken, Margaret tarihin en büyük isyanlardan birine öncülük etti.
Entrika, tutku ve soğukkanlı hırslara dolu bu romanda, Philippa Gregory, tanrının isteği ile tarihi değiştirmek zorunda olduğuna inanan, güçlü ve gururlu bir kadının hikâyesini anlatıyor.
Mücadele, ihanet ve siyasi çekişmelerle dolu cüretkâr, renkli, unutulmaz bir roman… Gregory, tıpkı Margaret Beauford gibi, eşsiz enerjisi ve sarsılmaz anlatımıyla benzerlerinin arasından bir kez daha sıyrılıyor.
Publishefrs Weekly
 Kitap okuma serüvenimde bu tarz tarihi romanlar pek yoktur. Hatta bir zamanlar efsane olan, çevremdeki herkesin okuduğu Safiye Sultan serisini bile okumamıştım. Ama nedense bilinmez, o an ne düşündüm, ne hissetim, kütüphaneden bu kitabı okumak için seçip eve giderken buldum kendimi.
Kitabı genel olarak yorumlamam gerekirse; sevdim.
Dilli oldukça akıcı, hikâye akıcı bir şekilde, bir sonraki sayfada nelere olacak diye merakla sayfalarında yol alırken buluyorsunuz kendinizi. En azından ben öyle sayfalar arasında yol alırken bir bakmışım ki kitap bitmişti.
Birde benim dikkatimi çeken şey, bilirsiniz bizde lisede karşılaştırmalı tarih gösterilmez ki ben en son tarih dersimi lisede görmüştüm üniversite eğitimim başka bir alanda almıştım. O yüzden hikâyenin başladığı yıl olan 1453 de biz İstanbul’u Fethi etmek üzerinde iken aynı yıllarda İngiltere’nin içinde bulunduğu durumu okumak benim için ilginç olduğunu söylemeden geçemeyeceğim.
Birde ister Osmanlı tarihinde olsun, ister İngiltere veya şu an bilmediğim başka bir yerde kadınları ne kadar ülke yönetiminden uzak tutulmaya çalışılsa, ne kadar ikinci sınıf insan muamelesi olarak görülse de kadınların inanılmaz hırsları ile perde gerişinden bile olsa o ülke tarihine damga vurduğunu görmek benim için farklı bir bakış acısı oldu, o devir Avrupa saraylarında yaşananları gördüğümde.
Ve galiba o devirde kadın her yerde aynı bakış acısı ile görülüyordu. İter Asya, ister Avrupa… Her yerde kuluçka makinesi. Ama sonunda tarihi yazan, devre de adını verenler hep kadınlar oldu, onları bu tarz ikinci sınıf insan muamelesi gören kişiler değil. Tarihin diyalektiği bu olsa gerek.
Tarihi bu tarz kitaplardan öğrenilmeyeceğinin bilincinde olarak ama romanın içinde tarihi karakterler ve olayların olmasının zevkine vararak okudum bu kitabı.
Serinin diğer kitaplarını da en kısa zamanda okumayı planladığımı burada belirtmek isterim.