30 Mart 2016 Çarşamba

Saldırı...

Ya o intihar bombacısı karınızsa?

Tel Aviv’in insan kaynayan restoranlarından birinde bir kadın, hamile elbisesinin altına gizlediği bombayı patlatır. Arap asıllı İsrailli Doktor Emin gün boyunca bu korkunç saldırının sayısız kurbanını ameliyat eder ve geç bir vakitte bitkin bir halde enin yolunu tutar. Ancak geçe yarısı onu acilen hastaneye çağırarak saldırıda paramparça olan bir cesedin karısına ait olup olmadığını teşhis etmesini isterler. Emin korkunç bir gerçekle yüz yüze gelir: Karşısındaki beden on beş yıllık karısı Sihem’ e aittir. Ve bundan daha acısı ise, eylemi gerçekleştirip onlarca insanın ölümüne neden olan intihar bombacısı da Sihem’dir…

‘’ Posta kutuda mektuplar vardı. Faturalar arasında küçük bir zarf dikkatimi çekti. Okumaya başladım:
‘ Mutluluk paylaşılmadıkça neye yarar Emin aşkım? Senin sevinçlerinin olmadığı yerde benim sevinçleri sönüyordu. Sen çocuklarımız olsun istiyordun, bense onları hak etmek. Vatanı olmayan hiçbir çocuk güvende değildir… Bana darılma. Sihem ‘ ‘’
Şimdiye dek 40 dile çevrilip milyonlarca satış rakamına ulaşan, Hollywood tarafından 2012 yılında sinemaya aktarılan hikâyesiyle taraflı tarafsız tüm eleştirmenlerden tam not alan ve bu başarısı ‘’ Cote Femme ‘’, ‘’ Booksellers ‘’  ve ‘’ Le Figaro Magazine’’ ödülleri ile taçlandırılmış olan Yasmina Khadra’nın ‘’ yürekli ’’ romanı Saldırı’yı bir solukta okuyacaksınız…

Bir pazar gününün sabahında başlayan Yasmina Kahdra okuma serüvenim Pazar akşamı bitecek kadar kısa biz zamanda bitti.Yazarın okuduğum ilk kitabıydı. Tanıtımında yazanlar ve kitabın aldığı ödüller kitabı olan merakımı artırmıştı.Büyük bir hevesle başladığım bu romanı dediğim gibi bir solukta bitirdim. Kitap dilli o kadar akıcıydı ki ne zaman başladım ne zaman bitirdiği anlamadım bile.

Öyküsü ilginçti bana göre. İsrail – Filistin savaşında direnen ile uyum salamaya çalışan ve daha hümanist olan bir kişinin çatışmalarını anlatıyordu. Kahramanımızın karısının intihar bombacısı olması sonrasında Doktor Eminin yaşadığı bu çatışmaydı. Hümanist bir insanın bir intihar bombacısı nasıl olunur, bu karara nasıl gelinir anlama çabasıydı.
Öykü bence iki bölümden oluşuyordu. Biri Doktor Emin’in İsrail’deki hayatı, arkadaşları ve karısının yaptıklarından sonra bu çevrede yaşadıklarından oluşuyor. Diğeri de geçmişi yani Filistin’de geçen bölüm ve burada karısının yaptıklarının anlama mücadelesini içeriyor.
Bence hikâyedeki sorunda bu iki bölümde oluyordu. Bir biri ile bağlantısı yok gibiydi. İlk bölümde geçen kişiler ikinci bölümde birden bir e yok oluyor ve ilk bölümde hiç bahsedilmeyen kişiler bunlar yerine hikâyeye giriyor. Ama öyküde hiçbir bağlantı olmadan birden bire. Ki benim öyküsü tam anlamı ile beğenme engel olacak biçimde. Ve hikâyenin içinde geçen Adil ile Emin arasında geçen karısı ile arasında bir şey olup olmamasını sorması, aldığı cevap sonrası hissettiklerini ben hikâyenin bütünü ile birleştiremedim. Ama hikayenin akıcı dille yazılmış olması benim öykünün bu devamlılık sorununu göz ardı etmemi ve kitabı okumaya devam etmemi sağladı.Ve bir Pazar günümü de yeni bir yazar tanıtı bana.

Peki, siz bu kitabı okudunuz mu?  Veya filmini izlediniz mi?
Görüşlerinizi benimle paylaşır mısınız?
Sevgiler…

Mutluluk, erdemliliğin ödülü değil erdemli olmanın ta kendisidir.
Erdem günümüz hayatında içi boş bir kavram, mutluluk ise maddi bir değer olsa da kitaptan bu alıntıyı yapmak istedim, erdemli kalmakta direnenler hatırına…


















23 Mart 2016 Çarşamba

Girişimcilik Tutkusu…

 
Küçük işletmeler niçin batar? Nasıl Büyür?
Kendi işimi ben başında olmadan nasıl iyi yürütebilirim?
Elemanlarımı sürekli müdahaleye gerek kalmadan nasıl çalıştırabilirim?
İşimi 5.000 defa çoğaltılabilecek, dolayısıyla 5.000 birimin ilki düzgün işleyeceği biçimde nasıl sistemleştirebilirim?
Hem kendi işimin sahibi olmayı, hem de ondan özgürleşmeyi nasıl başarabilirim?
Bu soruları sorunca asıl problemle yüz yüze gelirsiniz: Bilmiyorsunuz!
Problem de burada zaten.
Problem işiniz değil; hiçbir zaman da olmadı.
Problem sizsiniz!
Her zaman sizdiniz ve daima siz de olacaksınız.
Siz değişinceye kadar…
 Ürününüzü sattığınız mal değil, işletmenizin kendisi olana kadar…
Bu sıralar girişimcilik ile ilgili özel bir alakam var, belki de bir şeyler planladığımdan, kim bilir. Bu nedenle girişimcilik ile ilgili kitaplar tercih ediyorum kütüphanede ki kitap seçimlerimde.
İşte bu kitap seçimlerimden birisi Girişimcilik Tutkusu adlı kitap oldu. İsmi ilgimi çekti ilk başta, daha sonra da arka kapaktaki tanıtım yazısı. Sonunda  ‘’ Evet bu kitabı okumalıyım! ‘’ dedim. Ve şimdi de ‘’ Bu kitabı blogumda Paylaşmalıyım! ‘’ diyorum. O zaman hadi başlayalım…
Kitabın yazılış amacını yazar o kadar güzel anlamış ki, bana ekleyecek bir şey bırakmamış;
Nasıl yapılacağını değil, neler yapılması gerektiğini ortaya koymaktır.
Yani genel bir yol haritası çiziyor, altını doldurmak ise size kalmış.Bu nedenle esnek bir plan sunarak her işletme için yol haritası olabilecek bir bilgilerin olduğu bir kişisel gelişim kitabı bu.
Mesleğim gereği ülkemizde ki KOBİ’ler ile çok çalışma fırsatı buldum. Hem KOBİ’lerin bünyesinde hem karşı tarafında. Bu sebeple burada olan işletme mantığını, özellikle de sahiplerinin mantığını bildiğimi düşünürüm. Ve bu kitabı okurken de fark ettim ki yazarın anlattığı Amerika’da ki küçük işletme sahiplerinin mantığı ile çok farklı olmadığını gördüm. Mantık, daha doğrusu kısır döngü şurada; işletme sahipleri meslekleri olan teknikerlikten bir girişimciye dönüşememeleri. Hem işini yaparken, hem de işletmesini yönetirken. Bu ikisi arasında hem kendileri, hem işletmeleri sıkışıyor.
İşte yazar buradaki sorunları ortaya koyarken, Sarah adlı bir yaptığı pastaları satan bir işletme sahibinin hayal kırıklıkları, işletmesini yönetememesi ve bunun sonucunda işin altında boğulmasını karşılıklı konuşma şeklinde anlatıyor. Yazar ile olan karşılıklı konuşmaları tümevarım yöntemi ile bütün işletmeleri kapsayacak şekilde geliştirilerek hem sorun ortaya konuyor, hem de yapılması gerekenler kitapta anlatılıyor.
Kitabın dilli belirtmeliyim ki çok akıcı. Yazıların puntosu da büyük olunca kitap bir günde bitti.  Yeri gelmişken söylemden geçmek istemedim.
Yeni iş kuracak, kurmuş olan kişilere işletmesini yönetirken ki olması gereken mantığını, franchise mantığını, çok güzel ve benim okuduğum bir çok girişimcilik kitabından farklı ama bir o kadar ilginç fikirleri içinde barındıracak şekilde anlatan bu kitaptan ben birçok yeni şeyler öğrendim.
Özellikle kitaptaki bir bölüm benim çok ilgimi çekti, yeni kurulan işletmelerde ki profesyonel yönetici çalıştırılması. Fikir çok ilginçti ve benimde kafama yattı. Eğer bir gün bu kitabı okursanız bu bakış açısına dikkat etmenizi özellikle öneririm. Ben dikkate alacağım…
Genel inancın aksine, benim deneyimlerin işlerini olağanüstü derecede iyi yürüten iş sahiplerinin başarılarını çok fazla şey bilmelerinde değil, doyurulmaz bir daha fazla şey bilme iştahı ile dolu olmalarına dayandığını göstermektedir.
Kitap ülkemizdeki küçük iş sahipleri için çok gerekli olduğunu düşündüğüm, bildiğim, birçok bilgi içerse de hedef kitlesine ulaşacağını pek düşünmüyorum. Çünkü bizim ülkemizde ki yaygın anlayışın Ben Her şeyi Bilirim mantığı özel sektörde, hele yeni patron olmuş, egosu tavan yapan kişilerin bir şey bilme adına, hele işletme yönetmesi adına bir şeyler öğrenme ihtiyacını hissedeceğini hiç zannetmiyorum. Ve sonra işletme malum sona doğru gideceğini bilmek için ekonomi uzmanı olmaya gerek yok.
Büyük işleri olağanüstü insanlar değil, olağanüstü işler yapan sıradan insanlar yürütür.
Büyük işler yapan sıradan insanlara selam olsun diyerek bugünkü blog yazımı bittiriyorum.
Sevgiler…
 
 
 
 

21 Mart 2016 Pazartesi

Yaşam Koçluğu


Hayatınızı yeniden ve istediğiniz gibi biçimlendirmeniz için eşsiz bir rehber; Başarıyı, parayı, aşkı, idealinizdeki yaşamı tıpkı bir mıknatıs gibi kendinize çekeceksiniz.

Bugün, olimpiyatlarda yarışan atletlerin yaşam koçları var. Ünlü sinema oyuncularının, tanınmış sanatçıların yaşam koçları var. Genel müdürlerin, şirket sahiplerinin, zengin ve başarılı insanları yaşam koçları var.

Peki ya sizin kişisel bir yaşam koçunuz olsaydı?
Ne denli üretken ve başarılı olabileceğinizi hayal edebiliyor musunuz?
 
Artık bunu hayal etmekle kalmayacaksınız. Dünyanın en tanınmış yaşam koçlarından Talane Miedaner başarıya ulaşmak ve bunu sürekli kılmak için takip edilecek yolu bu kitapta size adım adım gösteriyor. Bu yolu takip ettiğinizde bugüne kadar sahip olmak istediniz her şeyi kolayca kendinize çekeceksiniz. Deneyin ve görün.

‘’ Yaşam koçluğunun olağanüstü sonuçlarına yabancı olan biri, bu kitabın yazarı Talane Miedaner’in danışmanlarının hayatlarında meydana gelen harika değişimlere şaşırabilir. Oysa bir yaşam koçu bu tür gelişmelere hiç şaşırmaz; beklediği zaten budur.
Bu kitap, her zaman sahip olmayı hayal ettiğiniz hayat için bir tasarımdır. Her ipucu üzerinde çalışın, sonuçlara şaşıracaksınız. Keyfini çıkarın.’’
Sandy Vilas
Yaşam Koçluğu Üniversite Başkanı


Bu sıralar yaşam koçluğu ile ilgili olan kitapları, yaşamımda ki olumsuz şeylerle mücadele etmemde bana destek olabilecek, yeni fikirler verebilecek kitapları okumayı tercih ediyorum. Bu dönemde ki ruh halim de bu kitaplara yönlenmemde önemli bir etken tabi ki.
İşte okuduğum kişisel gelişim kitaplarından birisiydi bu kitap; Yaşam Koçluğu.
Kitap on ana bölümden oluşuyor. Ve bu on bölümde on alt bölüme bölünmüş. 
Ana bölümlemelerin hemen hemen hepsi herkesin hayatından yer alan ve sorun olabilecek hayatımızdan kısımları içeriyor. Örneğin;

Parayı Nasıl Kendinize Çekeriniz?
Daha Çok Değil, Daha Akıllıca Çalışın.
Sevdiğiniz İşi Yapın.

Nasıl, hepimizin ana sorunlarından bir kaçı değil mi? Cevap vermem gerekirse, benim için bu üç soruda ana sorunlarımı oluşturuyor.
Kitabı ders kitabı gibi okudum, okurken önemli gördüğüm yerlerin altını çizdim, notlar altım, konu ile ilgili defterlerime ufak özetler çıkardım.
Ve dindiğim bilgileri yavaş yavaş yaşamıma uygulamaya başladım. Umarım sonuçları olumlu olur.
Mesela kitap okumayı seviyorsanız kitap okuma kulübüne katılın diyordu kitap. Eğer çevrenizde okuma kulübü yoksa kendiniz kurun o zaman!

İşte benimde blogumda paylaştığım bu kitap okuma kulübü kurma maceramı bu sözler başlattı.

Odaklandığınız şeyin genişlediğini unutmayın. Olumsuzluklara odaklanırsanız onu hayatınıza ekmeniz çok mümkündür. Benzer benzeri çeker.

Ben kitabı sevdim, önerileri makul ve uygulanabilir. Anlatım dili de oldukça akıcı. Okurken zamanın nasıl geçtiğini anlamadım bile. Yani bu tarz kitap okumayı sevenlere rahatlıkla önerebileceğim bir kitap.
Zaten çevremdekilere önerdim bile!
 
Uygulamaya hazır olduğuz standartları seçin, sahip olmak zorunda olduklarınızı değil…

Bu arada şunu söylemeden de yazımı tamamlamak istemiyorum;
İnsan kurallara sığmaz!

Yayın evinin bu sloganını ben çok sevdim. Ya siz?
Sevgiler…

Not: Masam ne kadar düzenli değil mi? Kitabı okurken çıkardığım notlarla birlikte olan resmi sizlerle paylaşmak istedim. Tabi kitabı okuduktan sonra ilk işim bu masayı toparlamak oldu…

19 Mart 2016 Cumartesi

Alfa Cadı’ya Veda…

IMG_4335.JPG görüntüleniyor

IMG_4335.JPG görüntüleniyorIMG_4335.JPG görüntüleniyorGüçlü ve Feminen Bir Kadın Olmanın Sırları
Erkeklerin hüküm sürdüğü dünyada gerekirse tırnaklarımızı ve sivri topuklarımızı göstererek gücümüzü kullanmayı öğrendik. Modern dünyada kadınların sesi daha çok çıkıyor, sözü dinleniyor. Ancak bu noktaya gelene kadar verdiğimiz savaşın bir bedeli oldu: Çoğuz kadın olduğumuzu unutmak zorunda kaldık! Oysa kadınsı yanlarımızı reddetmeden ayakta kalabiliriz.

Bu kitabın yazarları Rebecca ve Christy, feminen doğasını yok sayan ve bu durumu içselleştiren, dolayısı hayatını fark etmeden zora koşan, giderek daha çok mutsuzlaşan, stres yüklenen kadınlara sesleniyor: ‘’ Hanımlar, içinizdeki Alfa Cadı sayesinde mücadele etmeyi, ayakta kalmayı öğrendiniz, ama artık nasıl gelişeceğinizi keşfetme zamanı geldi. İçsesiniz sizi huzura, keyfe ve barışa çağrılıyor, ona kulak vermek için ne duruyorsunuz, hemen bu kitabı okumaya başlayın! ’’

 Hepimizin hayatında Alfa bir Kadın vardır dimi?
Belki de siz bir Alfa Kadınsınız?

Beni sorarsanız bu iki soruya da EVET diyebilirim rahatlıkla. Ama bunu sorun olarak göremiyorum. Çünkü yaşadığım yer, yazarların yaşadığı yer gibi değil. Onlar gelişmiş ben gerilemekte olan bir ülkede yaşıyorum.Ve benim ülkemde kadın olmak zaten suç, hele bir de feminen bir tavrı olunca potansiyel O….. ‘sun.

Peki, kitabı neden okudun dersen, bunun sadece dış çevremdeki tavırlarım için değil, özel hayatımda bana yıkıcı gelen özelliklerimi törpülemek için. En azından kendi küçük dünyamda kadın olmanın duygusal farklılığını, güzelliğini yaşamak için. Size de önerim bu.Yazarlar dış hayatta da Alfa Kadın tavrımızdan vazgeçmemizi söylese de ben buna maalesef katılamıyorum. Ama kendi küçük dünyamızda patron bizin değil mi?

Bunlar kitap hakkındaki görüşlerim, peki kitap nasıl bir kitap derseniz;
Kitap dört ana Alfa Kadın tipini tamlıyor; Zorlayıcı Alfa, Kontrolcü Alfa, Rekabetçi Alfa ve Yıkıcı Alfa.
Ve bunlar tanımlanıyor her bir bölümde. Sadece tanımlamakla da kalmıyor, sorun olarak gördüğü bu tavrı açıklarken örneklendiriyor ve de bunu aşmak için bize önerilerde bulunuyor.

Kitabı genel olarak sevdim. Konuyu anlatması, örnekler, çözüm önerileri bana gayet mantıklı geldi. Yazım dilli de gayet akıcı. Hafta sonu okumak için kütüphaneden aldığım bu kitabı planladığım gibi iki günde bitirdim.
Yani okunması için tavsiye edebileceğim bir kitaptı. Ama hayaller ve hayatları da göz önünde bulundurulmalı bence.

Bu günlük bu kadar benden, kitaplar ile dolu bir gün diliyorum sizlere.
Sevgiler…

Güçlü olmak hanımefendi olmak gibidir. İnsanlara bir hanımefendi olduğunuzu söylemek zorunda kalıyorsanız, muhtemelen güçlü değilsinizdir.
Margeret Thatcher



16 Mart 2016 Çarşamba

Kim Bulduysa Onundur…




King, Sadist ve Medyum’da olduğu gibi, çılgınlığa kafadan bir dalış yaparak, yazar-okur ilişkisinin sınırlarını zorluyor… Öykü yüksek performanslı bir araç gibi kimi zaman kükrüyor, kimi zaman mırıldanıyor, kimi zaman da fazlası ile eğlendirici. Ayrıca en dikkatli okuyucuların bile gözünden kaçabilecek kadar sinsice, edebi eleştirilerle dalga geçebiliyor.
Kirkus Reviews
İnzivaya çekilmiş ünlü bir yazar; intikam duygusuyla dolu saplantılı ve öfkeli bir okur; soğukkanlı bir cinayetin ardından yıllarca gömülü kalmış, içi hazine değerinde onlarca defterle dolu bir bavul.Hazineyi kim bulacak? Dahası ona sahip olmak cehennemin kapılarını açmaksa eğer, bu ateşte kim yanacak?
Stephen King’den, yazarlığın gücüne ve edebiyatın bir hayatı nasıl değiştirebileceğine dair sarsıcı bir roman.
Kitap tanıtımında yazanlar bu kadardı. Buna karşın kitabı birçok yerde görmüş, yorumlarını okumuştum. Buna karşın ilk başta tereddüt ile başladım bu kitaba, serinin diğer kitaplarını okumamıştım, kitap tanıtımında yazan kitapları, ama buna rağmen kütüphaneden bu kitabı aldım. Eğer hikâyeyi anlayamaz isem geri götürürüm ve serinin ilk kitabını alırım diye düşünerek. Kütüphaneye kitabı geri götürdüm götürmesine ama okunmuş olarak.
Kitap tipik bir Stephen King romanı; sürükleyici. Ne zaman başlayıp, ne arada bittirdiğinizi anlamıyorsunuz. En azından ben anlamadım.
Kitap üç bölümden oluşuyor. İlk bölümde birbirinden farklı iki kahramanın, daha sonra yolları kesişecek olan, yaşadıkları olaylar anlatılıyor. Ben kitabın en çok bu bölümünü sevdim, doğruyu söylemek gerekirse. Diğer iki bölümde bu iki kahramanın karşılaşmaları, çalıntı bavul etrafında gelişen olayları ve yeni kahramanları tanıyoruz. Ben burada dedektifin hikâyesini, özelliklede Holly’in hikâyesini pek roman ile bağdaştırıp sevemedim. Belki bu kısım serinin diğer kitapları ile bağlantılıdır diye de düşünmedim değil. Ama genel bir değerlendirmede bulunmam gerekirse romanı sevdim. Hele Pete ve kardeşi Tina’nın ilişkilerini. Eğer sizde benim gibi Stephen King hayranı iseniz kitap okuma yolculuğunuz da olması gerekli olan bir roman. Ayrıca hayatın sıkıcılığına karşı keyifli bir mola olacağını düşünüyorum.
Peki, siz bu kitabı okudunuz mu?
Yorumlarınız nedir?
Benimle paylaşır mısınız?
Bu kadar soru yeter, herhalde; Sevgiler…

9 Mart 2016 Çarşamba

Başarı İçin Stratejiler…

Hayallerini kendi gücüyle gerçekleştirebileceğine inanan insan şevklidir, inançlıdır ve yaşam sevinci vardır. Liderlik konusundaki semineri ve kitaplarıyla ün yapmış Amerikalı yazar John Maxwell, ‘’ Kişinin gelecekteki umudu, onun şimdiki gücünün kaynağıdır’’ der.
‘’ Ben yapamam, ben başaramam! ’’
‘’ Sen yaparsın, uğraş, gayret et, eninde sonunda başaracağından eminim çocuğum! ‘’ diyen türden yüreklendirici aile ortamlarında yetişmiş kaç kişi var aramızda?
Çoğumuz, ‘’ Sen yapamasın bırak uğraşma! ‘’, ‘’ Beceriksiz, senin elinden iş gelmez, her şeyi berbat ettin! ‘’, ‘’ Bana sormadan bir şeye dokunma! ‘’ diyen ortalarda yetiştik. Sonuç olarak, ‘’ Ben beceriksizim, elimden iş gelmez ‘’ , ‘’ Başkaları benden daha akıllı, becerikli ‘’ diyen ve kendi yaşamının sorumluluğunu ‘’ büyüklere ‘’, ‘’ hükümete ‘’, ‘’ devlete ‘’ devretmiş,  emanet etmiş kendi gücünden kuşkulu, çekingen, ürkek bireylerin çoğunlukta olduğu ve onlarla alay edercesine, onları kullanan arsız ve yüzsüz insanlardan meydana gelen bir toplum oluşturduk.
İnsanların, ‘’ Sen yapabilirsin! ‘’ ‘’ Kendi hayallerini ve amaçlarını gerekleştirebilecek güç sende var! ‘’ mesajını duymaya, okumaya gereksinimleri var.
Kitabı kısaca özetlemem gerekirse tipik bir kişisel gelişim kitabı derim rahatlıkla.
Başarı sizinle başlar ve başarı diğerleri ile devam eder adı altında iki ana bölümden oluşuyor.
İlk önce başarılı olmamız için kendi içimizde neler yapmamız gerektiğini, bakış açımızın, tavırlarımızın nasıl olması gerektiğini anlatan bölümlemelerde örnek kişilerden, örnek olaylardan alıntılar yapılıyor. Ve her bölümün sonuna uygulamamız için bir dizi alıştırmalar veriyor.  Anlatım dilli olukça akıcı, bölümde anlatılanları rahatlıkla anlıyorsunuz, olaylar gözünüzde canlanıveriyor. Yazar Amerikalı olduğu için referans kaynakları da kendi kültüründen çoğunlukla. Ama bu beni rahatsız ettiğini söyleyemeyeceğim. Ama okurken siz kendi kültürünüzden de referanslar bulabilirsiniz. İkinci bölümde ise çevrenizdeki insanlarla ilişkilerde başarılı olmanın yollar yine aynı metotla anlatılıyor. Burada ayıca ayrıntılı tanımlamalarda yapmış yazar.
Kitabın yazım dilli, bir üst paragrafta da söylediğim gibi oldukça akıcı, insanı hiç sıkmıyor. Kitabı iki günde bittirdim ben.  ( yaklaşık olarak 200 sayfaydı kitap.)
Kitabı ben özellikle daha önce hiç kişisel gelişim kitabı okumamış olan arkadaşlarıma tavsiye ederim. Kişisel gelişim kitapları için temel oluşturabilecek nitelikte bir kitap bu. Ben tada önce bu konuda birçok kitap okuduğum için bana fazla yüzeysel geldi.
Benden bu günlük bu kadar;
Sevgiler…
Beş yıl sonra iki nokta dışında yine bugünkü siz olarak kalacaksınız: Tanıdığınız insanlar ve okuduğunuz kitaplar.
Charlie Jones

8 Mart 2016 Salı

İtaatszilik Üzerine…



İtaatsizlik isyan değil uyumdan vazgeçmektir ve uygarlık itaatsizlikle başlar,
Korkuya, nefrete, hırsa,
Bize sürekli yeni ihtiyaçlar dayatan ve neyi beğenmemiz gerektiğini empoze eden sisteme,
Otomatikleşmeye,
Yaşlılığı süper tüketicilik konumuna getirmeye,
Telkinlere ve kamuoyuna,
Savunduğumuz şeyleri sevmek yerine karşısında olduğumuz şeylerden nefret etmeye,
İnsanların eğerleşmişliğine ve nesnelerin eğerin üzerinde olmasına,
Bireysellik yerine aynılığı koymaya,
Savaş çığlıklarına,
Bunca varlık içinde gitmen gönül darlığına,
Yaşam sevincinin yerine ‘’ Yaşasın Ölüm! ‘’ sloganı koyanlara İTAATSZİLİK!

Nasıl etkileyici bir tanıtım değil mi? Bende çok etkilendim ki zaten Eric Fromm hayranı biriyimdir. Normalde ben yazılarımı daha önceden yazarım, şu an bile Mayıs 2016 kitap tanıtımlarım ve yorumlarım hazır. Paylaşılmak için gününü ve saatini bekliyor. Ama bazen, bazı kitaplar beklemek istemiyor, beni hemen paylaşmalısın, belki senin sayende biri beni daha okur diye bağırıyor sanki bana.
İşte böyle kitaplardan biriydi; İtaatsizlik Üzerine…

Kitabı bitirir bitirmez, bu yazıyı yazmaya koyuldum. Kısaca kitap hakkında ki görüşüm; kesinlikle okunması gerekli kitaplardan biri olduğu.Kitap on bölümden oluşuyor; hepsi birbirinden ilginç başlıkları olan. Ve yazarın görüşlerini bizlerle paylaştığı bölümler.

Savunduğumuz şeyleri sevmek yerine karşısında olduklarımızdan nefret etmekle uğraşıyoruz.

Ama özellikle kitabın Psikolojik ve Ahlaki Bir Sorun Olarak İtaatsizlik başlıklı bölümü, beni en çok etkileyen bölümdü. Keşke imkanım olsa da yazıyı paylaşsam,ama bence siz kitabı alıp bu kitabı özellikle de bu yazıyı okuyun bence.
Kitap felsefi bir kitap ama bu sizin gözünüzü korkutmasın. Yazarın dili, anlatım tarzı çok sade ve akıcı. Yani bu konularda fikri olmayan biri bile rahatlıkla okuyabilir.
Günlük, bir mesajı olmayan kitapları zaman zaman bende okusam da, hayatın gerçekleri konusunda yeni bakış açıları geliştirmek için felsefe kitaplarını okumaya da çalışıyorum. Size de öneririm bunu… Ve bu tarz kitapların içinde Eric Formm’un kitapları da önemli bir yer tutmalı bence seçimlerinizde.

Köle olma tehlikesi içinde olmayabiliriz ancak robot olma tehlikesi içindeyiz ve geleneğimizin insani değerleri tehdit altındadır – bütünlük, bireysellik, sorumluluk, mantık ve sevgi. Bu değerler üzerinde konuşmayı sürdürmek giderek anlamsız bir ayine dönüşmektedir.
Yazarın tüketim üzerinde görüşlerini paylaşarak yazımı bitirmek istiyorum. Bakalım siz bu görüşlere katılacak mısınız? Ben katılıyorum, belirtmeden geçmeyeyim. Peki, ya siz? Sevgiler…

Tüketici insanın ana gayesi bir şeye sahip olmak değildir, iç dünyasındaki boşluğun, dirençsizliğin,yalnızlığın ve endişenin üstesinden gelebilmek için daha çok tüketmektir.
Tüketici insan, bilinçsizce sıkıntısının ve endişenin baskısında iken mutluluk yanılsamasını taşır.İnsanın makineler üzerinde ki egemenliği artıkça insan olarak daha güçsüzleşmekte,, daha fazla tüketince de endüstriyel sistemin yarattı ve yönlendirdiği bitip tükenmeyen  gereksinmelerinin kölesi olmaktadır. Heyecanı ve coşkuyu yaşamanın zevki, mutluluğu ve maddi rahatlığı da canlılık zanneden insanın doyurulmuş açgözlülüğü, yaşamın anlamı haline dönüşür ki bu mücadele yeni bir din gibidir. Tüketim özgürlüğü, insanın özgürlüğünün özü haline gelir.










2 Mart 2016 Çarşamba

Saklı Öpücük…

Gist, muhteşem karakterleriyle karşımızda. O; bağımsız kahramanların ve kalbi erte aşkların ustası…
Romantic Times
Kadının gözleri yeşildi. Tıpkı bir İskandinav kraliçesi gibi… Gülümsediğinde tüm yüzü aydınlanmış; alt dudağının sol tarafındaki küçük kahverengi ben titreşmişti.
Teksas Eyaleti polisi Lucious Landrum azılı Comer Çetesi’ni yakalamaya kararlıydı. Bunun için hayatını ortaya koymuştu. Ama Georgie… Ah George!.. Bir kadının saçının teli için perişan oluyordu. Hayatı boyunca soyguncularla çatışmış, sayısız çeteye baskı düzenlemiş, defalarca ölümle burun buruna gelmişti ama asla bu ufak tefek kadını karşısında gördüğü zaman ki gibi gerilmemişti.
Ah! Bu kadın onun sonu olacaktı…
Georgie bağımsızlığının tadını çıkarıyordu. Kasabanın kadınlarının aksin kendin ait bir evi ve işi vardı. Tabii Lucious gelene kadar… Bu küstah adam bir ana ortaya çıkmış, işine ortak olmuş ve genç kadına emirler yağdırmaya başlamıştı. Evet, yüreğini titretecek kadar yakışıklı olabilirdi ama özgürlüğünü elinden almak…
İşte bu imkânsızdı!
Yürekleri ışıtan bir aşk hikâyesi…
The Heart
Bu okuduğunuz ilk Deeanne Gist romanı olabilir ama emin olun son olmayacaktı.
The ell-Dressed Branch
Kaakterler her sayfada da güçlü, daha aşk dolu.
CBA Retailers Magazine
 Genelde cep boya olan kitapları pek sevmem, yazı puntolarının küçüklüğü yüzünden, Okumak da zorlanıyorum.Ama başa bir yönden dolayı da severim. Çanta taşımasında ki kolaylık sebebiyle.
İşte bir yolculuk öncesi eksikliklerimi tamamlamak amacıyla markete gittiğimde cep boy kitapların indirimde olduğunu gördüm. Fiyatı 3.90 Tl ‘ye inmişti 10 Tl’den. Birçok kitap çeşide vardı indirim reyonunda. Yolculuğumda yanıma bir cep boy kitap olması benim için rahat olur diyerekten. Ve başladım reyonu alt üst etmeye, hangi kitabı alsam diyerekten. Romantik bir kitap istedim, kafamı ve gönlümü dinlendirecek. İşte bu doğrultuda tercihimi Saklı Öpücükten yana kullandım.
Kitabı almam öyküm kısaca böyleydi. Hadi artık kitap nasıldı, ondan bahsedeyim.
İlk önce kitabı rahat okudum. Kitaptaki yazı karakterleri çok küçük değildi. Ki bu konu benim için önemliydi.
Öykü ise idare ederdi. Çok akıcı, sürükleyici, inanılmaz bir aşk hikâyesi değildi. Ama kötü okunmayacak bir öykü de değildi. Benim amacım yolculukta vaktimi geçirtmesi olduğundan ben yol boyunca vaktin nasıl geçtiğini anlamadan okudum. Zaten büyük beklentiler ile aldığım bir öykü değildi. Polisiye, aşk karışımı olan bu öyküde hikâyede zaman zaman kopukluklar vardı. Çeviride de problem olduğunu düşündüm çünkü çok devrik ve kopuk anlatımla vardı.
Kısaca kitabı hakkındaki görüşümü söylemem gerekirse vasat bir kitaptı. Ne tavsiye ederim, ne de etmem.
Ama başka bir cep boy kitabı alımıyım derseniz? Evet, alırım derim. Okuma zorluk yaşamadım çünkü.
Peki, sizin bana önerebileceğiniz bir cep boy kitabı var mı?
Sevgiler…

24 Şubat 2016 Çarşamba

Zengin Olmanın Kuralları…

Zenginlik için kişisel kılavuzunuz
Para… Zengin olmayı kim istemez? Hepimiz gizliden gizliye ( ya da açık açık )aranın saadet getireceğine inanırız.
Hayalideki evi satın almaya, asla parasızlık endişesi çekmemeye, istediği yere tatile gitmeye yetecek parası olmasını kim istemez?
Peki, varlıklı insanlar nasıl zengin olurlar? Şansları mı yaver gitmiştir, yoksa br bir bildikleri mi vardır? Evet, onlar ZENGİN OLMANIN KURALLARI’NI biliyorlar.
Uluslararası çoksatan Yaşamın Kuralları, Yönetimin Kuralları ve Çalışmanın Kuralları kitaplarının yazarı Richard Templar bu kez zengin olmanın yollarını göstermek üzere kolları sıvamış. Bu kitapta, servet yaratmaya götüren altın kurallarını kendine has mizah anlayışı içinde okurla paylaşıyor.
Zengin Olmanın Kuralları sizi bolluk içinde yaşatacak davranış kalıplarını, zihinsel yapıyı ve finansal bilgiyi analiz ediyor.
Bütün bunları keşfederek daha zengin biri olmaya hazır mısınız?
Ben hazır olduğumu düşünerek bu kitabı okudum. Şimdi sıra sizlere yorumlarımı paylaşmakta.
Öncelikle şunu söylemelim, bu yazıyı yazıp yazmamakta kararsızdım; Şöyle ki kitaba göre kitapta öğretilenleri paylaşmamalıyım, ama bu kitapta yazanla genel bir yol çizdiğine göre ve herkesin yolu kendine özel olacağına göre yazmamada sakınca yoktur diye düşündüm. Ama benden size bir tavsiye bu kitabı okursanız ve kendinize bir zenginlik yolu çizerseniz bunu pek paylaşmayın.
Yeni bir yolculuğa çıkmışken, yeni bir yöne giderken, aklınızdan geçenleri kendinize saklamanız yerinde olur.
Kitap beş bölümden oluşuyor. İlk bölüm zenginlik ve para üzerindeki kavramları, bizim onlara bakış acımızı anlatıyor. Ve genel kanının aksine zenginliğin kötü bir şey olmadığını anlatmaya çalışıyor. İkinci bölüm ise eylem çağrısı niteliğinde. Belki bu bölümde anlatılan birçok şeyi sizde benim gibi biliyorsunuz. Ama peki uyguluyor musunuz? İşte yazar atık bizi eylem için çağırıyor. Ve diğer bölümlerde zenginliği artırmak ve artık kazandığınız payı harcamak üzerine olan fikirlerini yazar bizlerle paylaşıyor.
Kitap hakkında genel bir tanıtım yaparken şunu da söylemeden geçemeyeceğim. Yazarın kitaptaki dili o kadar akıcı ve içten ki sanki karşınızda oturmuş ve karşılıklı sohbet ediyormuş havasında bir anlatım tarzı var.
Burada bir parantez açmak istediğim bir konu var, ben eslek olarak ekonomistim. O sebeple borsa, hisse senedi gibi şeylerden az biraz anlarım.Yazar kitapta hisse senedine yatırım yapmayı tavsiye edip bunun için yollar gösterse de ben bu fikirlerine Türkiye gibi borsası sığ olan bir ülke için geçeli olmadığı kanısındayım.Yazar İngiliz ve oradaki borsa derin bir borsa o sebeple küçük yatırımcı için bir alternatif oluşturabilir. Ama bizim borsamızı için ben bu kanaate olmadığım için hisse senedi konusunda daha fazla temkinli olmamız gerektiği kanısındayım. Kendim için ise hisse senedi yatırımı yapmam söz konusu bile olmaz.
Diğer konu ise yazarın kitapta sık sık vergi konsun da okuyucunun dikkatini çekmesi ve vergi ödemeleri konusun ihmal edilmemesi gerektiği konusunda önemli uyarılara bulunması. Bizim ülkemizde ki durumu söylemek için sanırım ekonomist olmaya gerek yok, ne dersiniz?
Kitaptan ben oldukça çok şey öğrendim.  Size de rahatlıkla tavsiye ederim, bu okunması çok rahat ve keyifli olan bu kitabı.
Peki, siz yazarın diğer kitaplarını okununuz mu?
Tavsiye eder misiniz?
Daha zengin olacağımız günlerde buluşmak üzere;
Sevgiler…
Kimsenin bize fırsat vereceği yoktur. Fırsatları kendimiz yaratırız, gider onları yakala ve sırtlarını yere yapıştırır, pes ettiririz, sopanın ucuna şeker bağlayarak sakladığı inden çıkarırız, peşinde düşüp iz sürerek elimize geçen kısmet silahı ile avlarız, teslim bayrağını çekene kadar peşini bırakmayız, ama onu bize kimse vermez.

18 Şubat 2016 Perşembe

Sabit Fikir Dergisi…


Edebiyat dergisi okuma alışkanlığıma nedense bilmem bir süredir ara vermiştim.
İşte bu araya Sabit Fikir Dergisi ile son verdim.
Ve dergiyi neden bu kadar geç keşfettiğime hayıflanarak.

Edebiyat dergilerini okumayı sevmemin esas nedeni bilmediğim bir çok yazar ve kitabı ben bu dergiler sayesinde keşfetmem ve daha sonra okumam olmuştu. Yoksa hiç haberim olmayan o kadar güzellikleri nasıl keşfedecektim?

Bu dergisinin bu sayısında ise;
Suç ve Cezanın 150 yaş gününü kutlayıp, Raskolnikov’u anmak ve ismi hakkındaki bilgiyi öğrenmek için neden bu kadar beklediğimi düşünmek,
Dostoveskiyi anmak, ve yazarın okumadığım romanı kalıp kalmadığını düşünmek,
Okuma listeme Son 100 Gün’ü eklemek,
Anna Kavan’ı neden bugüne kadar okumadığıma hayıflanmak,
Saka Kuşu Kitabını merak etmek,
Ve Asimov…
Aldığım notlardı.
Okudukça da sizlerle paylaşacağım notlar oldu bunlar.

Peki, sizin edebiyat  dergisi okur musunuz?
Hangisini?

Benimle görüşlerinizi ve tavsiyelerinizi paylaşmanızı sabırsızlıkla bekliyorum.
Sevgiler…



17 Şubat 2016 Çarşamba

Kızıl Kraliçe ...

Kuzen Kuzene Karşı
15. yy
İngiltere’nin Jeanne d’Arc’ı olmaya kararlı bir kadın, ülkenin kaderini baştan yazacaktı. Onun önünde krallar bile durduramadı
 
 Lancaster kırmızı güllerin varisi Margaret Beaufort, İngiltere tahtının gerçek sahibinin kendi ailesi olduğuna tüm benliğiyle inanıyordu. Ancak onu ve ailesini bekleyen ihtişamlı kaderin yolunu bizzat çizmesi gerekecekti.
Kuzeni Kral VI. Henry aklını yitirince, Margaret hayal kırıklığına uğradı. İçindeki kutsal cevheri fark edecek kimse kalmamıştı. Üstelik Margaret, Fransa’da, İngiltere’nin yüz karası olmuş, beceriksiz bir babanın kızıydı ve annesi, onu sevmediği bir adamla evlenmesi için Galler’in bir ucuna gönderiyordu.
Babası yaşında adamlarla evlenip genç yaşında dul kalan, daha ön dört yaşında anne olan bu genç kadın, yalnızlığından bir zafer yaratmaya ararlıydı.
Her bedeli ödemek pahasına, oğlunu İngiltere tahtına çıkarmayı kafasına koymuştu. Siyasi dengeler her gün değişirken, Margaret gözünü kırpmandan hain ittifaklar ve gizli planlarla yoluna devam etti.Atık yetişkin bir adam olan sürgündeki oğlu, kendi ordusunu toplayıp en büyük ödüle ulaşacağı günü beklerken, Margaret tarihin en büyük isyanlardan birine öncülük etti.
Entrika, tutku ve soğukkanlı hırslara dolu bu romanda, Philippa Gregory, tanrının isteği ile tarihi değiştirmek zorunda olduğuna inanan, güçlü ve gururlu bir kadının hikâyesini anlatıyor.
Mücadele, ihanet ve siyasi çekişmelerle dolu cüretkâr, renkli, unutulmaz bir roman… Gregory, tıpkı Margaret Beauford gibi, eşsiz enerjisi ve sarsılmaz anlatımıyla benzerlerinin arasından bir kez daha sıyrılıyor.
Publishefrs Weekly
 Kitap okuma serüvenimde bu tarz tarihi romanlar pek yoktur. Hatta bir zamanlar efsane olan, çevremdeki herkesin okuduğu Safiye Sultan serisini bile okumamıştım. Ama nedense bilinmez, o an ne düşündüm, ne hissetim, kütüphaneden bu kitabı okumak için seçip eve giderken buldum kendimi.
Kitabı genel olarak yorumlamam gerekirse; sevdim.
Dilli oldukça akıcı, hikâye akıcı bir şekilde, bir sonraki sayfada nelere olacak diye merakla sayfalarında yol alırken buluyorsunuz kendinizi. En azından ben öyle sayfalar arasında yol alırken bir bakmışım ki kitap bitmişti.
Birde benim dikkatimi çeken şey, bilirsiniz bizde lisede karşılaştırmalı tarih gösterilmez ki ben en son tarih dersimi lisede görmüştüm üniversite eğitimim başka bir alanda almıştım. O yüzden hikâyenin başladığı yıl olan 1453 de biz İstanbul’u Fethi etmek üzerinde iken aynı yıllarda İngiltere’nin içinde bulunduğu durumu okumak benim için ilginç olduğunu söylemeden geçemeyeceğim.
Birde ister Osmanlı tarihinde olsun, ister İngiltere veya şu an bilmediğim başka bir yerde kadınları ne kadar ülke yönetiminden uzak tutulmaya çalışılsa, ne kadar ikinci sınıf insan muamelesi olarak görülse de kadınların inanılmaz hırsları ile perde gerişinden bile olsa o ülke tarihine damga vurduğunu görmek benim için farklı bir bakış acısı oldu, o devir Avrupa saraylarında yaşananları gördüğümde.
Ve galiba o devirde kadın her yerde aynı bakış acısı ile görülüyordu. İter Asya, ister Avrupa… Her yerde kuluçka makinesi. Ama sonunda tarihi yazan, devre de adını verenler hep kadınlar oldu, onları bu tarz ikinci sınıf insan muamelesi gören kişiler değil. Tarihin diyalektiği bu olsa gerek.
Tarihi bu tarz kitaplardan öğrenilmeyeceğinin bilincinde olarak ama romanın içinde tarihi karakterler ve olayların olmasının zevkine vararak okudum bu kitabı.
Serinin diğer kitaplarını da en kısa zamanda okumayı planladığımı burada belirtmek isterim.
 
 

8 Şubat 2016 Pazartesi

Tübitak Bilim Ve Çocuk Dergisi…

 
Bugün size farklı bir dergi okuma maceramı, nüfus cizdanımda yazan yaşa hiç uyayan ancak içimdeki küçük çoçuğu çok mutlu eden bir maceraydı bu, anlatmak istiyorum.
Tübitak’ın Bilim ve Teknik dergisini özellikle lise yıllarımda çok okurdum. Ancak üniversitede sosyal bilimler alanında eğitim alınca bu dergi ile birlikte benim için oldukça heyecanlı ve merak uyandırıcı olan bilim alanındaki okuma macerama biraz ara verdim. Şimdi ise zaman zaman okuduğum bir dergi olsa da, eski devamlılığımı bir türlü tutturamadım maalesef.
Benim Tübitak dergileri ile olan bu geçmişim, tesadüf eseri bir arkadaşımda gördüğüm ve okuduğum Bilim Ve Çocuk Dergisi ile yeni bir boyut kazandı.
Dergiyi o kadar büyük bir zevkle okudum ki inanın bir çocuk dergisi okurken bu kadar mutlu olacağıma ben bile inanamadım.
Bir kere benim okuduğum derginin ana konusu Sanat Akımları ve bu akımların başlıca ressamlarıydı. Yani benim aşık olduğum bir dal olan resim. Sanat akımları hakkında yalın bir tanımlama yapımlı ki çocuklarda anlasın. Bende unuttuğum bazı akımları bu sayede hatırladım, aramızda kalırsın ama.
Birde enerji tasarrufu konusu var ki ağaç yaşken eğilir diyerek sadece çocuklar için değil bizim için bile faydalı bilgiler vermiş.
Bunun yanında birçok güzel bilgiler,  zengin bir içerik ile veren bu çocuk dergisini ben çocuğu olan tüm arkadaşlarıma öneririm. Ki benim okumaya olan aşkımda çocuk dergileri ile olmuştur. Yazma sevdam ise bu çocuk dergilerine gönderdiğim ufak ama bir çocuk için çok büyük olan yazılar ile başladım. Belki okuyan çocuk yazmaya değil, bilime yönelir. Belki sadece okur bir genel kültür alt yapısı olur. Ama ne olursa olsun bu tarz dergiyi okuyan bugünün çocuğu yarının adamı olur. Ki burada adamı adam gibi adam olarak kullanıyorum ve cinsiyet temeli olarak da kullanmıyorum. Ve benim çocuğum olsa bu dergiyi beraber okurdum çocuğumla. O öğrenme sürecinde onun yanında olmak ve yeni şeyler öğrenmenin ilk mutluluklarını beraber yaşamak için.
Bilim ile dolu, içinizdeki çocuğun hiç büyümediği bir gün olması dileği ile;
Sevgiler…
Yazımı bittirmeden, dergiyi alan arkadaşımın evine her ay bir uğrasam iyi olur diyorum, ne dersiniz?
Öpüldünüzzzz...

 
 
 
 

3 Şubat 2016 Çarşamba

Keşke Ben Uyurken Gitseydin…

Hayalleriyle Gerçekler farklıydı. İyi ki…
Renda, kimine göre saf, kimine göre kurnaz, kimine göre şirin, kimine göre şanslı, kimine göre umutsuz âşık, kimine göreyse vazgeçilmez bir kadın, aynı senin gibi…
Bazen ulaşılmaz, bazen yapışkan; bazen tatlı, bazen yaka silktiren. Bazen çok genç, bazen çok olgun. Kime sorsan farklı anlatıyor. Aynı seni anlattıkları gibi…
Renda’nın anlattıklarının tamamına inanmamak gerekiyor sanki. Bazen abartıyor, bazen çok pebe görüyor, bazense hiç ‘’ anlatmıyor ‘’. Aynı sen gibi…
 
Onu okurken, ona bazen kızıyorsun, bazen acıyorsun, onu bazen seviyorsun, bazen ondan nefret ediyorsun. Bazen tanımak istiyorsun, bazen ‘’ aman benden uzak olsun ‘’ diyorsun. Aynı senin için de düşündükleri gibi…
 
Tatlı hayalleri, ulaşılmaz hedefleri, aniden dönen şansı ve kakarsız kaldığı anlar var, aynı hepimiz gibi…
Renda, belki de partide sırt sırta olduğun, sinemada arka sırada oturan, kasa kuyruğunda arkada bekleyen, mağazada elini aynı elbiseye attığın, aynı spor salonuna kayıtlı olduğun, restoranda yemek yediğin masada senden önce yemek yiyen biri.
Onun dünyasına girmeye hazır mısın?
Ben okunacak kitap tercihlerinde insanın içinde bulunduğu ruhsal durumunun oldukça etkili olduğunu inanırım. En azından benim tercihlerimde oldukça etkili.
Normal bir zamanda, benim okumak için tercih etmeyeceğim bir kitap türünde bu kitap.
Ama bir bunalım anında, sadece okumak, gülmek ve bunun yaparken de içinde bulunduğum durumdan kısa bir zaman da olsa çıkmak için tercih ettiğim Keşke Ben Uyurken Gitseydin benim bu amacıma ulaştırdı.
Hiçbir şey düşünmeden Renda’nın dünyasında gezindim. Renda’ya kızdığım anlar olsa da çoğu zanda güldüm. Özelliklede her bölüm sonunda bölümde Renda’nın gözünden anlatılan olayın, diğer kahramanla gözünden değerlendirilmesi kısmında ise koptum.Hele Ayak Fetişi hakkında manikürcü kız ile yaptığı konuşmada…
Kitabın, yaşamı algılayışı benim kendi değerlerime kesinlikle uymasa da, sonuçta ben belli bir yaşı geçmiş bir bayan olarak ( alın size bir bunalım sebebi daha, yaşlanıyorummmm ) Renda’nın etkisi ile kendimi önüme çıkan ilk adamın kucağına atmayacağıma göre ( yoksa atmalı mıyım, atmadım da ne oldu )beni anlatılan hikâye ve hayat görüşü rahatsız etmedi.
Renda ile birçok konuda uyuşmasak da bende Renda gibi Acı Çekmede Bir Dünya Markası olmaya adayım.
Şunu da belirtmek isterim ki kitap daha ziyade bayan okuyucuya yönelik bir kitap bence. Ama bizim ( sonuçta bende bir bayanım ) olaylara nasıl baktığımız hakkında kitabı okuyacak olan erkeklerde fikir verebilir. Benden söylemesi…
 Kitap hakkında genel bir değerlendirmede bulunarak yazımı sonlandırmak istiyorum; ben kitabı sevdim. Beni içinde bulunduğum ruh halimden kısa bir süre olsa da uzaklaştırdı. Eğer sizde benim gibi bir bunalım anında iseniz tercih edebileceğiniz bir kitap. Serinin diğer kitaplarını da baka bir ruhsal bunalım anında okuyabilirim.
Peki, siz bu kitabı veya serinin diğer kitaplarını okudunuz mu?
Yorumlarınızı benimle paylaşır mısınız?
Sevgiler…