16 Mart 2016 Çarşamba

Kim Bulduysa Onundur…




King, Sadist ve Medyum’da olduğu gibi, çılgınlığa kafadan bir dalış yaparak, yazar-okur ilişkisinin sınırlarını zorluyor… Öykü yüksek performanslı bir araç gibi kimi zaman kükrüyor, kimi zaman mırıldanıyor, kimi zaman da fazlası ile eğlendirici. Ayrıca en dikkatli okuyucuların bile gözünden kaçabilecek kadar sinsice, edebi eleştirilerle dalga geçebiliyor.
Kirkus Reviews
İnzivaya çekilmiş ünlü bir yazar; intikam duygusuyla dolu saplantılı ve öfkeli bir okur; soğukkanlı bir cinayetin ardından yıllarca gömülü kalmış, içi hazine değerinde onlarca defterle dolu bir bavul.Hazineyi kim bulacak? Dahası ona sahip olmak cehennemin kapılarını açmaksa eğer, bu ateşte kim yanacak?
Stephen King’den, yazarlığın gücüne ve edebiyatın bir hayatı nasıl değiştirebileceğine dair sarsıcı bir roman.
Kitap tanıtımında yazanlar bu kadardı. Buna karşın kitabı birçok yerde görmüş, yorumlarını okumuştum. Buna karşın ilk başta tereddüt ile başladım bu kitaba, serinin diğer kitaplarını okumamıştım, kitap tanıtımında yazan kitapları, ama buna rağmen kütüphaneden bu kitabı aldım. Eğer hikâyeyi anlayamaz isem geri götürürüm ve serinin ilk kitabını alırım diye düşünerek. Kütüphaneye kitabı geri götürdüm götürmesine ama okunmuş olarak.
Kitap tipik bir Stephen King romanı; sürükleyici. Ne zaman başlayıp, ne arada bittirdiğinizi anlamıyorsunuz. En azından ben anlamadım.
Kitap üç bölümden oluşuyor. İlk bölümde birbirinden farklı iki kahramanın, daha sonra yolları kesişecek olan, yaşadıkları olaylar anlatılıyor. Ben kitabın en çok bu bölümünü sevdim, doğruyu söylemek gerekirse. Diğer iki bölümde bu iki kahramanın karşılaşmaları, çalıntı bavul etrafında gelişen olayları ve yeni kahramanları tanıyoruz. Ben burada dedektifin hikâyesini, özelliklede Holly’in hikâyesini pek roman ile bağdaştırıp sevemedim. Belki bu kısım serinin diğer kitapları ile bağlantılıdır diye de düşünmedim değil. Ama genel bir değerlendirmede bulunmam gerekirse romanı sevdim. Hele Pete ve kardeşi Tina’nın ilişkilerini. Eğer sizde benim gibi Stephen King hayranı iseniz kitap okuma yolculuğunuz da olması gerekli olan bir roman. Ayrıca hayatın sıkıcılığına karşı keyifli bir mola olacağını düşünüyorum.
Peki, siz bu kitabı okudunuz mu?
Yorumlarınız nedir?
Benimle paylaşır mısınız?
Bu kadar soru yeter, herhalde; Sevgiler…

9 Mart 2016 Çarşamba

Başarı İçin Stratejiler…

Hayallerini kendi gücüyle gerçekleştirebileceğine inanan insan şevklidir, inançlıdır ve yaşam sevinci vardır. Liderlik konusundaki semineri ve kitaplarıyla ün yapmış Amerikalı yazar John Maxwell, ‘’ Kişinin gelecekteki umudu, onun şimdiki gücünün kaynağıdır’’ der.
‘’ Ben yapamam, ben başaramam! ’’
‘’ Sen yaparsın, uğraş, gayret et, eninde sonunda başaracağından eminim çocuğum! ‘’ diyen türden yüreklendirici aile ortamlarında yetişmiş kaç kişi var aramızda?
Çoğumuz, ‘’ Sen yapamasın bırak uğraşma! ‘’, ‘’ Beceriksiz, senin elinden iş gelmez, her şeyi berbat ettin! ‘’, ‘’ Bana sormadan bir şeye dokunma! ‘’ diyen ortalarda yetiştik. Sonuç olarak, ‘’ Ben beceriksizim, elimden iş gelmez ‘’ , ‘’ Başkaları benden daha akıllı, becerikli ‘’ diyen ve kendi yaşamının sorumluluğunu ‘’ büyüklere ‘’, ‘’ hükümete ‘’, ‘’ devlete ‘’ devretmiş,  emanet etmiş kendi gücünden kuşkulu, çekingen, ürkek bireylerin çoğunlukta olduğu ve onlarla alay edercesine, onları kullanan arsız ve yüzsüz insanlardan meydana gelen bir toplum oluşturduk.
İnsanların, ‘’ Sen yapabilirsin! ‘’ ‘’ Kendi hayallerini ve amaçlarını gerekleştirebilecek güç sende var! ‘’ mesajını duymaya, okumaya gereksinimleri var.
Kitabı kısaca özetlemem gerekirse tipik bir kişisel gelişim kitabı derim rahatlıkla.
Başarı sizinle başlar ve başarı diğerleri ile devam eder adı altında iki ana bölümden oluşuyor.
İlk önce başarılı olmamız için kendi içimizde neler yapmamız gerektiğini, bakış açımızın, tavırlarımızın nasıl olması gerektiğini anlatan bölümlemelerde örnek kişilerden, örnek olaylardan alıntılar yapılıyor. Ve her bölümün sonuna uygulamamız için bir dizi alıştırmalar veriyor.  Anlatım dilli olukça akıcı, bölümde anlatılanları rahatlıkla anlıyorsunuz, olaylar gözünüzde canlanıveriyor. Yazar Amerikalı olduğu için referans kaynakları da kendi kültüründen çoğunlukla. Ama bu beni rahatsız ettiğini söyleyemeyeceğim. Ama okurken siz kendi kültürünüzden de referanslar bulabilirsiniz. İkinci bölümde ise çevrenizdeki insanlarla ilişkilerde başarılı olmanın yollar yine aynı metotla anlatılıyor. Burada ayıca ayrıntılı tanımlamalarda yapmış yazar.
Kitabın yazım dilli, bir üst paragrafta da söylediğim gibi oldukça akıcı, insanı hiç sıkmıyor. Kitabı iki günde bittirdim ben.  ( yaklaşık olarak 200 sayfaydı kitap.)
Kitabı ben özellikle daha önce hiç kişisel gelişim kitabı okumamış olan arkadaşlarıma tavsiye ederim. Kişisel gelişim kitapları için temel oluşturabilecek nitelikte bir kitap bu. Ben tada önce bu konuda birçok kitap okuduğum için bana fazla yüzeysel geldi.
Benden bu günlük bu kadar;
Sevgiler…
Beş yıl sonra iki nokta dışında yine bugünkü siz olarak kalacaksınız: Tanıdığınız insanlar ve okuduğunuz kitaplar.
Charlie Jones

8 Mart 2016 Salı

İtaatszilik Üzerine…



İtaatsizlik isyan değil uyumdan vazgeçmektir ve uygarlık itaatsizlikle başlar,
Korkuya, nefrete, hırsa,
Bize sürekli yeni ihtiyaçlar dayatan ve neyi beğenmemiz gerektiğini empoze eden sisteme,
Otomatikleşmeye,
Yaşlılığı süper tüketicilik konumuna getirmeye,
Telkinlere ve kamuoyuna,
Savunduğumuz şeyleri sevmek yerine karşısında olduğumuz şeylerden nefret etmeye,
İnsanların eğerleşmişliğine ve nesnelerin eğerin üzerinde olmasına,
Bireysellik yerine aynılığı koymaya,
Savaş çığlıklarına,
Bunca varlık içinde gitmen gönül darlığına,
Yaşam sevincinin yerine ‘’ Yaşasın Ölüm! ‘’ sloganı koyanlara İTAATSZİLİK!

Nasıl etkileyici bir tanıtım değil mi? Bende çok etkilendim ki zaten Eric Fromm hayranı biriyimdir. Normalde ben yazılarımı daha önceden yazarım, şu an bile Mayıs 2016 kitap tanıtımlarım ve yorumlarım hazır. Paylaşılmak için gününü ve saatini bekliyor. Ama bazen, bazı kitaplar beklemek istemiyor, beni hemen paylaşmalısın, belki senin sayende biri beni daha okur diye bağırıyor sanki bana.
İşte böyle kitaplardan biriydi; İtaatsizlik Üzerine…

Kitabı bitirir bitirmez, bu yazıyı yazmaya koyuldum. Kısaca kitap hakkında ki görüşüm; kesinlikle okunması gerekli kitaplardan biri olduğu.Kitap on bölümden oluşuyor; hepsi birbirinden ilginç başlıkları olan. Ve yazarın görüşlerini bizlerle paylaştığı bölümler.

Savunduğumuz şeyleri sevmek yerine karşısında olduklarımızdan nefret etmekle uğraşıyoruz.

Ama özellikle kitabın Psikolojik ve Ahlaki Bir Sorun Olarak İtaatsizlik başlıklı bölümü, beni en çok etkileyen bölümdü. Keşke imkanım olsa da yazıyı paylaşsam,ama bence siz kitabı alıp bu kitabı özellikle de bu yazıyı okuyun bence.
Kitap felsefi bir kitap ama bu sizin gözünüzü korkutmasın. Yazarın dili, anlatım tarzı çok sade ve akıcı. Yani bu konularda fikri olmayan biri bile rahatlıkla okuyabilir.
Günlük, bir mesajı olmayan kitapları zaman zaman bende okusam da, hayatın gerçekleri konusunda yeni bakış açıları geliştirmek için felsefe kitaplarını okumaya da çalışıyorum. Size de öneririm bunu… Ve bu tarz kitapların içinde Eric Formm’un kitapları da önemli bir yer tutmalı bence seçimlerinizde.

Köle olma tehlikesi içinde olmayabiliriz ancak robot olma tehlikesi içindeyiz ve geleneğimizin insani değerleri tehdit altındadır – bütünlük, bireysellik, sorumluluk, mantık ve sevgi. Bu değerler üzerinde konuşmayı sürdürmek giderek anlamsız bir ayine dönüşmektedir.
Yazarın tüketim üzerinde görüşlerini paylaşarak yazımı bitirmek istiyorum. Bakalım siz bu görüşlere katılacak mısınız? Ben katılıyorum, belirtmeden geçmeyeyim. Peki, ya siz? Sevgiler…

Tüketici insanın ana gayesi bir şeye sahip olmak değildir, iç dünyasındaki boşluğun, dirençsizliğin,yalnızlığın ve endişenin üstesinden gelebilmek için daha çok tüketmektir.
Tüketici insan, bilinçsizce sıkıntısının ve endişenin baskısında iken mutluluk yanılsamasını taşır.İnsanın makineler üzerinde ki egemenliği artıkça insan olarak daha güçsüzleşmekte,, daha fazla tüketince de endüstriyel sistemin yarattı ve yönlendirdiği bitip tükenmeyen  gereksinmelerinin kölesi olmaktadır. Heyecanı ve coşkuyu yaşamanın zevki, mutluluğu ve maddi rahatlığı da canlılık zanneden insanın doyurulmuş açgözlülüğü, yaşamın anlamı haline dönüşür ki bu mücadele yeni bir din gibidir. Tüketim özgürlüğü, insanın özgürlüğünün özü haline gelir.










2 Mart 2016 Çarşamba

Saklı Öpücük…

Gist, muhteşem karakterleriyle karşımızda. O; bağımsız kahramanların ve kalbi erte aşkların ustası…
Romantic Times
Kadının gözleri yeşildi. Tıpkı bir İskandinav kraliçesi gibi… Gülümsediğinde tüm yüzü aydınlanmış; alt dudağının sol tarafındaki küçük kahverengi ben titreşmişti.
Teksas Eyaleti polisi Lucious Landrum azılı Comer Çetesi’ni yakalamaya kararlıydı. Bunun için hayatını ortaya koymuştu. Ama Georgie… Ah George!.. Bir kadının saçının teli için perişan oluyordu. Hayatı boyunca soyguncularla çatışmış, sayısız çeteye baskı düzenlemiş, defalarca ölümle burun buruna gelmişti ama asla bu ufak tefek kadını karşısında gördüğü zaman ki gibi gerilmemişti.
Ah! Bu kadın onun sonu olacaktı…
Georgie bağımsızlığının tadını çıkarıyordu. Kasabanın kadınlarının aksin kendin ait bir evi ve işi vardı. Tabii Lucious gelene kadar… Bu küstah adam bir ana ortaya çıkmış, işine ortak olmuş ve genç kadına emirler yağdırmaya başlamıştı. Evet, yüreğini titretecek kadar yakışıklı olabilirdi ama özgürlüğünü elinden almak…
İşte bu imkânsızdı!
Yürekleri ışıtan bir aşk hikâyesi…
The Heart
Bu okuduğunuz ilk Deeanne Gist romanı olabilir ama emin olun son olmayacaktı.
The ell-Dressed Branch
Kaakterler her sayfada da güçlü, daha aşk dolu.
CBA Retailers Magazine
 Genelde cep boya olan kitapları pek sevmem, yazı puntolarının küçüklüğü yüzünden, Okumak da zorlanıyorum.Ama başa bir yönden dolayı da severim. Çanta taşımasında ki kolaylık sebebiyle.
İşte bir yolculuk öncesi eksikliklerimi tamamlamak amacıyla markete gittiğimde cep boy kitapların indirimde olduğunu gördüm. Fiyatı 3.90 Tl ‘ye inmişti 10 Tl’den. Birçok kitap çeşide vardı indirim reyonunda. Yolculuğumda yanıma bir cep boy kitap olması benim için rahat olur diyerekten. Ve başladım reyonu alt üst etmeye, hangi kitabı alsam diyerekten. Romantik bir kitap istedim, kafamı ve gönlümü dinlendirecek. İşte bu doğrultuda tercihimi Saklı Öpücükten yana kullandım.
Kitabı almam öyküm kısaca böyleydi. Hadi artık kitap nasıldı, ondan bahsedeyim.
İlk önce kitabı rahat okudum. Kitaptaki yazı karakterleri çok küçük değildi. Ki bu konu benim için önemliydi.
Öykü ise idare ederdi. Çok akıcı, sürükleyici, inanılmaz bir aşk hikâyesi değildi. Ama kötü okunmayacak bir öykü de değildi. Benim amacım yolculukta vaktimi geçirtmesi olduğundan ben yol boyunca vaktin nasıl geçtiğini anlamadan okudum. Zaten büyük beklentiler ile aldığım bir öykü değildi. Polisiye, aşk karışımı olan bu öyküde hikâyede zaman zaman kopukluklar vardı. Çeviride de problem olduğunu düşündüm çünkü çok devrik ve kopuk anlatımla vardı.
Kısaca kitabı hakkındaki görüşümü söylemem gerekirse vasat bir kitaptı. Ne tavsiye ederim, ne de etmem.
Ama başka bir cep boy kitabı alımıyım derseniz? Evet, alırım derim. Okuma zorluk yaşamadım çünkü.
Peki, sizin bana önerebileceğiniz bir cep boy kitabı var mı?
Sevgiler…

24 Şubat 2016 Çarşamba

Zengin Olmanın Kuralları…

Zenginlik için kişisel kılavuzunuz
Para… Zengin olmayı kim istemez? Hepimiz gizliden gizliye ( ya da açık açık )aranın saadet getireceğine inanırız.
Hayalideki evi satın almaya, asla parasızlık endişesi çekmemeye, istediği yere tatile gitmeye yetecek parası olmasını kim istemez?
Peki, varlıklı insanlar nasıl zengin olurlar? Şansları mı yaver gitmiştir, yoksa br bir bildikleri mi vardır? Evet, onlar ZENGİN OLMANIN KURALLARI’NI biliyorlar.
Uluslararası çoksatan Yaşamın Kuralları, Yönetimin Kuralları ve Çalışmanın Kuralları kitaplarının yazarı Richard Templar bu kez zengin olmanın yollarını göstermek üzere kolları sıvamış. Bu kitapta, servet yaratmaya götüren altın kurallarını kendine has mizah anlayışı içinde okurla paylaşıyor.
Zengin Olmanın Kuralları sizi bolluk içinde yaşatacak davranış kalıplarını, zihinsel yapıyı ve finansal bilgiyi analiz ediyor.
Bütün bunları keşfederek daha zengin biri olmaya hazır mısınız?
Ben hazır olduğumu düşünerek bu kitabı okudum. Şimdi sıra sizlere yorumlarımı paylaşmakta.
Öncelikle şunu söylemelim, bu yazıyı yazıp yazmamakta kararsızdım; Şöyle ki kitaba göre kitapta öğretilenleri paylaşmamalıyım, ama bu kitapta yazanla genel bir yol çizdiğine göre ve herkesin yolu kendine özel olacağına göre yazmamada sakınca yoktur diye düşündüm. Ama benden size bir tavsiye bu kitabı okursanız ve kendinize bir zenginlik yolu çizerseniz bunu pek paylaşmayın.
Yeni bir yolculuğa çıkmışken, yeni bir yöne giderken, aklınızdan geçenleri kendinize saklamanız yerinde olur.
Kitap beş bölümden oluşuyor. İlk bölüm zenginlik ve para üzerindeki kavramları, bizim onlara bakış acımızı anlatıyor. Ve genel kanının aksine zenginliğin kötü bir şey olmadığını anlatmaya çalışıyor. İkinci bölüm ise eylem çağrısı niteliğinde. Belki bu bölümde anlatılan birçok şeyi sizde benim gibi biliyorsunuz. Ama peki uyguluyor musunuz? İşte yazar atık bizi eylem için çağırıyor. Ve diğer bölümlerde zenginliği artırmak ve artık kazandığınız payı harcamak üzerine olan fikirlerini yazar bizlerle paylaşıyor.
Kitap hakkında genel bir tanıtım yaparken şunu da söylemeden geçemeyeceğim. Yazarın kitaptaki dili o kadar akıcı ve içten ki sanki karşınızda oturmuş ve karşılıklı sohbet ediyormuş havasında bir anlatım tarzı var.
Burada bir parantez açmak istediğim bir konu var, ben eslek olarak ekonomistim. O sebeple borsa, hisse senedi gibi şeylerden az biraz anlarım.Yazar kitapta hisse senedine yatırım yapmayı tavsiye edip bunun için yollar gösterse de ben bu fikirlerine Türkiye gibi borsası sığ olan bir ülke için geçeli olmadığı kanısındayım.Yazar İngiliz ve oradaki borsa derin bir borsa o sebeple küçük yatırımcı için bir alternatif oluşturabilir. Ama bizim borsamızı için ben bu kanaate olmadığım için hisse senedi konusunda daha fazla temkinli olmamız gerektiği kanısındayım. Kendim için ise hisse senedi yatırımı yapmam söz konusu bile olmaz.
Diğer konu ise yazarın kitapta sık sık vergi konsun da okuyucunun dikkatini çekmesi ve vergi ödemeleri konusun ihmal edilmemesi gerektiği konusunda önemli uyarılara bulunması. Bizim ülkemizde ki durumu söylemek için sanırım ekonomist olmaya gerek yok, ne dersiniz?
Kitaptan ben oldukça çok şey öğrendim.  Size de rahatlıkla tavsiye ederim, bu okunması çok rahat ve keyifli olan bu kitabı.
Peki, siz yazarın diğer kitaplarını okununuz mu?
Tavsiye eder misiniz?
Daha zengin olacağımız günlerde buluşmak üzere;
Sevgiler…
Kimsenin bize fırsat vereceği yoktur. Fırsatları kendimiz yaratırız, gider onları yakala ve sırtlarını yere yapıştırır, pes ettiririz, sopanın ucuna şeker bağlayarak sakladığı inden çıkarırız, peşinde düşüp iz sürerek elimize geçen kısmet silahı ile avlarız, teslim bayrağını çekene kadar peşini bırakmayız, ama onu bize kimse vermez.

18 Şubat 2016 Perşembe

Sabit Fikir Dergisi…


Edebiyat dergisi okuma alışkanlığıma nedense bilmem bir süredir ara vermiştim.
İşte bu araya Sabit Fikir Dergisi ile son verdim.
Ve dergiyi neden bu kadar geç keşfettiğime hayıflanarak.

Edebiyat dergilerini okumayı sevmemin esas nedeni bilmediğim bir çok yazar ve kitabı ben bu dergiler sayesinde keşfetmem ve daha sonra okumam olmuştu. Yoksa hiç haberim olmayan o kadar güzellikleri nasıl keşfedecektim?

Bu dergisinin bu sayısında ise;
Suç ve Cezanın 150 yaş gününü kutlayıp, Raskolnikov’u anmak ve ismi hakkındaki bilgiyi öğrenmek için neden bu kadar beklediğimi düşünmek,
Dostoveskiyi anmak, ve yazarın okumadığım romanı kalıp kalmadığını düşünmek,
Okuma listeme Son 100 Gün’ü eklemek,
Anna Kavan’ı neden bugüne kadar okumadığıma hayıflanmak,
Saka Kuşu Kitabını merak etmek,
Ve Asimov…
Aldığım notlardı.
Okudukça da sizlerle paylaşacağım notlar oldu bunlar.

Peki, sizin edebiyat  dergisi okur musunuz?
Hangisini?

Benimle görüşlerinizi ve tavsiyelerinizi paylaşmanızı sabırsızlıkla bekliyorum.
Sevgiler…



17 Şubat 2016 Çarşamba

Kızıl Kraliçe ...

Kuzen Kuzene Karşı
15. yy
İngiltere’nin Jeanne d’Arc’ı olmaya kararlı bir kadın, ülkenin kaderini baştan yazacaktı. Onun önünde krallar bile durduramadı
 
 Lancaster kırmızı güllerin varisi Margaret Beaufort, İngiltere tahtının gerçek sahibinin kendi ailesi olduğuna tüm benliğiyle inanıyordu. Ancak onu ve ailesini bekleyen ihtişamlı kaderin yolunu bizzat çizmesi gerekecekti.
Kuzeni Kral VI. Henry aklını yitirince, Margaret hayal kırıklığına uğradı. İçindeki kutsal cevheri fark edecek kimse kalmamıştı. Üstelik Margaret, Fransa’da, İngiltere’nin yüz karası olmuş, beceriksiz bir babanın kızıydı ve annesi, onu sevmediği bir adamla evlenmesi için Galler’in bir ucuna gönderiyordu.
Babası yaşında adamlarla evlenip genç yaşında dul kalan, daha ön dört yaşında anne olan bu genç kadın, yalnızlığından bir zafer yaratmaya ararlıydı.
Her bedeli ödemek pahasına, oğlunu İngiltere tahtına çıkarmayı kafasına koymuştu. Siyasi dengeler her gün değişirken, Margaret gözünü kırpmandan hain ittifaklar ve gizli planlarla yoluna devam etti.Atık yetişkin bir adam olan sürgündeki oğlu, kendi ordusunu toplayıp en büyük ödüle ulaşacağı günü beklerken, Margaret tarihin en büyük isyanlardan birine öncülük etti.
Entrika, tutku ve soğukkanlı hırslara dolu bu romanda, Philippa Gregory, tanrının isteği ile tarihi değiştirmek zorunda olduğuna inanan, güçlü ve gururlu bir kadının hikâyesini anlatıyor.
Mücadele, ihanet ve siyasi çekişmelerle dolu cüretkâr, renkli, unutulmaz bir roman… Gregory, tıpkı Margaret Beauford gibi, eşsiz enerjisi ve sarsılmaz anlatımıyla benzerlerinin arasından bir kez daha sıyrılıyor.
Publishefrs Weekly
 Kitap okuma serüvenimde bu tarz tarihi romanlar pek yoktur. Hatta bir zamanlar efsane olan, çevremdeki herkesin okuduğu Safiye Sultan serisini bile okumamıştım. Ama nedense bilinmez, o an ne düşündüm, ne hissetim, kütüphaneden bu kitabı okumak için seçip eve giderken buldum kendimi.
Kitabı genel olarak yorumlamam gerekirse; sevdim.
Dilli oldukça akıcı, hikâye akıcı bir şekilde, bir sonraki sayfada nelere olacak diye merakla sayfalarında yol alırken buluyorsunuz kendinizi. En azından ben öyle sayfalar arasında yol alırken bir bakmışım ki kitap bitmişti.
Birde benim dikkatimi çeken şey, bilirsiniz bizde lisede karşılaştırmalı tarih gösterilmez ki ben en son tarih dersimi lisede görmüştüm üniversite eğitimim başka bir alanda almıştım. O yüzden hikâyenin başladığı yıl olan 1453 de biz İstanbul’u Fethi etmek üzerinde iken aynı yıllarda İngiltere’nin içinde bulunduğu durumu okumak benim için ilginç olduğunu söylemeden geçemeyeceğim.
Birde ister Osmanlı tarihinde olsun, ister İngiltere veya şu an bilmediğim başka bir yerde kadınları ne kadar ülke yönetiminden uzak tutulmaya çalışılsa, ne kadar ikinci sınıf insan muamelesi olarak görülse de kadınların inanılmaz hırsları ile perde gerişinden bile olsa o ülke tarihine damga vurduğunu görmek benim için farklı bir bakış acısı oldu, o devir Avrupa saraylarında yaşananları gördüğümde.
Ve galiba o devirde kadın her yerde aynı bakış acısı ile görülüyordu. İter Asya, ister Avrupa… Her yerde kuluçka makinesi. Ama sonunda tarihi yazan, devre de adını verenler hep kadınlar oldu, onları bu tarz ikinci sınıf insan muamelesi gören kişiler değil. Tarihin diyalektiği bu olsa gerek.
Tarihi bu tarz kitaplardan öğrenilmeyeceğinin bilincinde olarak ama romanın içinde tarihi karakterler ve olayların olmasının zevkine vararak okudum bu kitabı.
Serinin diğer kitaplarını da en kısa zamanda okumayı planladığımı burada belirtmek isterim.
 
 

8 Şubat 2016 Pazartesi

Tübitak Bilim Ve Çocuk Dergisi…

 
Bugün size farklı bir dergi okuma maceramı, nüfus cizdanımda yazan yaşa hiç uyayan ancak içimdeki küçük çoçuğu çok mutlu eden bir maceraydı bu, anlatmak istiyorum.
Tübitak’ın Bilim ve Teknik dergisini özellikle lise yıllarımda çok okurdum. Ancak üniversitede sosyal bilimler alanında eğitim alınca bu dergi ile birlikte benim için oldukça heyecanlı ve merak uyandırıcı olan bilim alanındaki okuma macerama biraz ara verdim. Şimdi ise zaman zaman okuduğum bir dergi olsa da, eski devamlılığımı bir türlü tutturamadım maalesef.
Benim Tübitak dergileri ile olan bu geçmişim, tesadüf eseri bir arkadaşımda gördüğüm ve okuduğum Bilim Ve Çocuk Dergisi ile yeni bir boyut kazandı.
Dergiyi o kadar büyük bir zevkle okudum ki inanın bir çocuk dergisi okurken bu kadar mutlu olacağıma ben bile inanamadım.
Bir kere benim okuduğum derginin ana konusu Sanat Akımları ve bu akımların başlıca ressamlarıydı. Yani benim aşık olduğum bir dal olan resim. Sanat akımları hakkında yalın bir tanımlama yapımlı ki çocuklarda anlasın. Bende unuttuğum bazı akımları bu sayede hatırladım, aramızda kalırsın ama.
Birde enerji tasarrufu konusu var ki ağaç yaşken eğilir diyerek sadece çocuklar için değil bizim için bile faydalı bilgiler vermiş.
Bunun yanında birçok güzel bilgiler,  zengin bir içerik ile veren bu çocuk dergisini ben çocuğu olan tüm arkadaşlarıma öneririm. Ki benim okumaya olan aşkımda çocuk dergileri ile olmuştur. Yazma sevdam ise bu çocuk dergilerine gönderdiğim ufak ama bir çocuk için çok büyük olan yazılar ile başladım. Belki okuyan çocuk yazmaya değil, bilime yönelir. Belki sadece okur bir genel kültür alt yapısı olur. Ama ne olursa olsun bu tarz dergiyi okuyan bugünün çocuğu yarının adamı olur. Ki burada adamı adam gibi adam olarak kullanıyorum ve cinsiyet temeli olarak da kullanmıyorum. Ve benim çocuğum olsa bu dergiyi beraber okurdum çocuğumla. O öğrenme sürecinde onun yanında olmak ve yeni şeyler öğrenmenin ilk mutluluklarını beraber yaşamak için.
Bilim ile dolu, içinizdeki çocuğun hiç büyümediği bir gün olması dileği ile;
Sevgiler…
Yazımı bittirmeden, dergiyi alan arkadaşımın evine her ay bir uğrasam iyi olur diyorum, ne dersiniz?
Öpüldünüzzzz...

 
 
 
 

3 Şubat 2016 Çarşamba

Keşke Ben Uyurken Gitseydin…

Hayalleriyle Gerçekler farklıydı. İyi ki…
Renda, kimine göre saf, kimine göre kurnaz, kimine göre şirin, kimine göre şanslı, kimine göre umutsuz âşık, kimine göreyse vazgeçilmez bir kadın, aynı senin gibi…
Bazen ulaşılmaz, bazen yapışkan; bazen tatlı, bazen yaka silktiren. Bazen çok genç, bazen çok olgun. Kime sorsan farklı anlatıyor. Aynı seni anlattıkları gibi…
Renda’nın anlattıklarının tamamına inanmamak gerekiyor sanki. Bazen abartıyor, bazen çok pebe görüyor, bazense hiç ‘’ anlatmıyor ‘’. Aynı sen gibi…
 
Onu okurken, ona bazen kızıyorsun, bazen acıyorsun, onu bazen seviyorsun, bazen ondan nefret ediyorsun. Bazen tanımak istiyorsun, bazen ‘’ aman benden uzak olsun ‘’ diyorsun. Aynı senin için de düşündükleri gibi…
 
Tatlı hayalleri, ulaşılmaz hedefleri, aniden dönen şansı ve kakarsız kaldığı anlar var, aynı hepimiz gibi…
Renda, belki de partide sırt sırta olduğun, sinemada arka sırada oturan, kasa kuyruğunda arkada bekleyen, mağazada elini aynı elbiseye attığın, aynı spor salonuna kayıtlı olduğun, restoranda yemek yediğin masada senden önce yemek yiyen biri.
Onun dünyasına girmeye hazır mısın?
Ben okunacak kitap tercihlerinde insanın içinde bulunduğu ruhsal durumunun oldukça etkili olduğunu inanırım. En azından benim tercihlerimde oldukça etkili.
Normal bir zamanda, benim okumak için tercih etmeyeceğim bir kitap türünde bu kitap.
Ama bir bunalım anında, sadece okumak, gülmek ve bunun yaparken de içinde bulunduğum durumdan kısa bir zaman da olsa çıkmak için tercih ettiğim Keşke Ben Uyurken Gitseydin benim bu amacıma ulaştırdı.
Hiçbir şey düşünmeden Renda’nın dünyasında gezindim. Renda’ya kızdığım anlar olsa da çoğu zanda güldüm. Özelliklede her bölüm sonunda bölümde Renda’nın gözünden anlatılan olayın, diğer kahramanla gözünden değerlendirilmesi kısmında ise koptum.Hele Ayak Fetişi hakkında manikürcü kız ile yaptığı konuşmada…
Kitabın, yaşamı algılayışı benim kendi değerlerime kesinlikle uymasa da, sonuçta ben belli bir yaşı geçmiş bir bayan olarak ( alın size bir bunalım sebebi daha, yaşlanıyorummmm ) Renda’nın etkisi ile kendimi önüme çıkan ilk adamın kucağına atmayacağıma göre ( yoksa atmalı mıyım, atmadım da ne oldu )beni anlatılan hikâye ve hayat görüşü rahatsız etmedi.
Renda ile birçok konuda uyuşmasak da bende Renda gibi Acı Çekmede Bir Dünya Markası olmaya adayım.
Şunu da belirtmek isterim ki kitap daha ziyade bayan okuyucuya yönelik bir kitap bence. Ama bizim ( sonuçta bende bir bayanım ) olaylara nasıl baktığımız hakkında kitabı okuyacak olan erkeklerde fikir verebilir. Benden söylemesi…
 Kitap hakkında genel bir değerlendirmede bulunarak yazımı sonlandırmak istiyorum; ben kitabı sevdim. Beni içinde bulunduğum ruh halimden kısa bir süre olsa da uzaklaştırdı. Eğer sizde benim gibi bir bunalım anında iseniz tercih edebileceğiniz bir kitap. Serinin diğer kitaplarını da baka bir ruhsal bunalım anında okuyabilirim.
Peki, siz bu kitabı veya serinin diğer kitaplarını okudunuz mu?
Yorumlarınızı benimle paylaşır mısınız?
Sevgiler…

29 Ocak 2016 Cuma

Bilge Lider Olmanın Yolları…

Lider bir yönetici, başarılı bir kariyer için sırlarını paylaşıyor
Kendiniz için nasıl vizyon oluşturabilirsiniz, başarılı stratejileri nasıl geliştirebilirisiniz?
Neden başarısız oluyorum diye hiç düşündünüz mü? Evet, düşündünüz ve başarısızlığınıza yüzlerce bahane buldunuz. Eğer bahane bulmak para kazandırsaydı şimdiye kadar çoktan zengin olmuştunuz.
Artık bahaneleri arkasına saklanmaktan vazgeçin ve çevrenize bakın. Aynı sırayı paylaştığınız eski okul arkadaşınız çok iyi bir yere geldiyse, sizinle aynı futbol takımında oynayan arkadaşınız daha başarılı olduysa ya da yanınızdaki büfe sahibi olan arkadaşınız bir fastfood zinciri kurduysa sorunu kendinizde aramalısınız. Şartlarınız eşit olmasına rağmen onlar başarılı olmayı seçtiler.
Neden mi? Aslında çok basit: Karşılaştıkları problemleri çözmek için doğru formülü uyguladılar. Bu formül nedir diye soruyorsanız elinizdeki kitapta bulunuyor. Tek yapmanız gereken kitabın içindekileri doğru uygulamalısınız…
Kitabı ben bir markette indirimli kitaplar reyonunda gördüm, alıp almamakta tereddüt ettim nedense. Yarın kütüphaneye bakayım orda sanki gördüm bu kitabı, olmasa akşam eve dönerken alırım diyerek reyona geri bıraktım. Ve haklı çıktım, kütüphanede buldum bu kitabı. Malum bu sıralar kişisel gelişim kitaplarına merak sardım. O sebeple de bu kitap benim ilgimi çekmişti.İşte bu merakla okumaya başladığım kitap ve kitaptaki bilgiler beni pek doyurmadı.
Kitap ağrılıklı olarak kadın yöneticiler için yazılmış ki yazar kadınlara yönelik bir liderlik enstitüsünün başkanı. Bu konuda yaptığı çalışmaları taktir etmedim değil.
Kitap üç bölümden oluşuyor. İlki Temel Oluşturma adı altında kendimizi geliştirmek adına bilgiler veriyor, ama hepsi bilindik şeyler.
Ve bazı bilgiler bizim iş hayatımız için pek geçerli olmayan şeyler.
Bunun yanında verdiği bazı bilgilerin iş hayatına atılan genç arkadaşlarımın işine yarayabileceğini de söylemem lazım, haksızlık etmemek adına.
İkinci bölüm ise Yolculuğu Yönetmek olarak adlandırılan inşa ettiğiniz temelin üzerine nasıl bina kuracağınız anlatıyor, alt başlıklar halinde.
Tüm bölümlerin sonunda bizden yapmamızı istediği uygumlalar var yazarın ki ben kitabın en çok bu kısmını sevdim. Gayet faydalı uygulamalar vermiş okuyucusuna.
Dediğim gibi iş hayatına yeni giren arkadaşlarım için güzel uygulamalar olsa da, tepelerdeki rüzgârlar Türkiye’de hiç de yazarın anlattığı gibi esmiyor maalesef.
Kitabın en son bölümü Nasıl Başardılar adı altında çeşitli firmaların başarı öykülerini anlatıyor. Ben burada başarılı olmuş firmalar ki anlatılan öykülerin hepsi o kadar bilindikti ki, kadınların öykülerinin olmasını tercih ederdim. Çünkü kitap ağırlıklı olarak kadınlar içini kadın yöneticiler için yazılmıştı.
Bu arada kitap çevirisini hiç mi hiç beğenmedim, düşük cümleler, anlatımda bozukluklar beni oldukça rahatsız etti. Ayrıca kitabın baskısına da özenilmemiş, Nasıl Başardılar kısmında aynı öykü iki kere basılmıştı.
Yani kitabı ben çok fazla beğenmedim, içinde güzel birkaç ipucu olsa da bütün olarak beni tatmin etmedi maalesef.
Benden bu günlük bu kadar;
Sevgiyle ve bilgiyle kalın…

25 Ocak 2016 Pazartesi

Kitapkurdu Sevgilim…

 
Zıt karakterlerine rağmen Cath ve Si iyi arkadaştı. Biri dağınık ve içekapanık, diğer titiz ve kaprisliydi. Biri erkek, biri kadındı ve her ikisi de hayatlarının erkeğini arıyorlardı. Onların çok yakın iki arkadaşı vardı. Josh ve Lucy. Evli olan bu çiftin insanı dehşete düşüren korkunç bir çocuğu ve bu çocuğunda tüyler ürpertici İsveçli bir dadısı vardı.
Tabii bir de romanın olmazsa olmaz Portia’sı vardı elbette – güzel Portia- , geçmişte bir gece hepsinin kalbi kırmış ve onlardan uzaklaşmıştı.
Yıllar sona bir gün ortaya çıktığında da bu dört arkadaşın hayatını tamamen değiştirerek altüst eden olaylara neden olmuştu.
Arkadaşlıkların, kitapların, kitap kurtlarının, dadıların mutlulukları ve aşkları üzerine kurulu duygulu ve komik bir kitap.
Nasıl tanıtımı güzel değil mi, en azından benim hoşuma gitmişti. Ve hafta sonu okuması için bu kitabı seçmeme yol açmıştı kütüphaneden. Ama kitap benim için tam bir hayal kırıklığı oldu. Öncelikle değişen bir okuma alışkanlığımdan söz edeyim, ki aldığım kararı daha iyi açıklayabileyim size;
Eskiden bir kitaba başlayınca illaki bitirmem gerektiğini düşünür ve bittirirdim, oflaya puflaya da olsa. Artık öğle düşünmüyorum ve de yapmıyorum. Sonuçta okuduğum kitap bir ders kitabı değilse, öğretici bir kitap değilse zorlamıyorum kendimi. Sadece zamanımı hoşça geçirmek üzere aldığım bir kitap benim zamanımı hoş geçirmemi sağlamıyor, bana okurken zevk vermiyorsa neden direteyim ki? Bilmem bana katılır mısınız?
İşte bu yeni kakarım doğrultusunda bu kitabı okumayı 53 sayfada bıraktım. Olaylar, karakterlerin anlatımı, hikâyenin kurgusunu hiç mi hiç sevmedim ve gidişatına da bakınca da kanaatim değişmedi. Ve de bu sene okuduğum tüm kitapları burada sizlerle paylaşma kararı aldığım için, bu kitabı okumasam bile okuma amacı ile almıştım, sizlerle bu yorumumu paylaşmak istedim.
Bugün ki paylaşım benim için değişik bir paylaşım oldu.
Umarım kitaba pek fazla haksızlık etmemişimdir?
Peki, siz bu kitabı okudunuz mu?
Yorumunuzu benim ile paylaşır mısınız?
Sevgiler…
 
 
 

20 Ocak 2016 Çarşamba

Sen Ölünce Kim Ağlar ?

Gençlik yıllarımda, babam bana asla unutamayacağım bir şey söylemişti: ‘’ Oğlum, doğduğunda bütün dünya sevinirken sen ağlıyordun. Öyle bir yaşam sür k, öldüğünde sen sevinirken bütün dünya ağlasın.’’ Hayatın anlamını unuttuğumuz bir çağda yaşıyoruz. Bir insan kolaylıkla Ay’a gönderebiliyoruz, ancak karı dairemizde yeni taşınan komşumuzu ziyaret ermekte güçlük çekiyoruz.
George Bernard Shaw’a ölüm döşeğinde, ‘’ Hayatınızı yeni baştan yaşama fırsatınız olsaydı, ne yapardınız?’’ diye sorulmuş. Shaw biraz düşünmüş ve sonra derin bir iç çekişle, ‘’ Olabileceğim, ama asla olmadığım kişi olmak isterdim,’’ demiş. Aynı şeyin sizinde başınıza gelmemesi için bu kitabı yazdım.
 
O halde siz bu kitaba başlarken, size soruyorum:
 
Siz öldüğünüzde ardınızdan kim ağlayacak?
Bu gezegenden gitme ayrıcalığına ulaştınız zaman kaç yaşamı etkileyeceksiniz?
Sizi takip eden nesiller üzerinde nasıl bir etki bırakacaksınız?
Son nefesinizi vermeden önce arkanızda bıraktığınız imza ne olacak?
Bu kitabın yazarını belki çoğunuz biliyorsunuzdur, Ferrari’sini Satan Bilge kitabının yazarı. Ben adı geçe kitabı okumadığım için yazar ile ilk tanıştığım kitap oldu bu.
Kişisel gelişim kitapları da benim için yeni tanıştığım bir tür olmasına karşın, okumaktan keyif aldığım ve benim hayatı algılamamda zaman zaman yeni kapılar açan bir tür oldu. Eğer bir de rahat okunan bir kitap ise hafta sonu, dinlenmek üzere koltuğumda oturduğumda okumaktan oldukça keyif aldığım bu tür kitaplarda, bu hafta sonu okumak için seçtiğim bu kitabı bir solukta bittirdim.
Dilli oldukça sade ve akıcı bir dille yazılmış olan bu kitabı genel olarak değerlendirmem gerekirse; sevdim. Tavsiye eder miyim, evet!
Kitap önsöz hariç olmak üzere 101 bölümden oluşuyor.  Yaşadığımız hayatı düzenlemek ve daha iyi bir hayat yaşamak için yazarın bize önerdiği 101 yollu bize anlatan bu bölümlerde benim de oldukça dikkatimi çeken, artık bende böyle yapmaya başlamalıyım dediğim bölümler oldu. Eğer sizde bir gün bu kitabı okursanız, sizinde faydalanacağını düşündüğüm şeyler içeren bölümler olacağından da eminim.
Mesela; 78 madde olan Başladığınız Her Kitabı Bittirmeyin.
Ben başladığım her kitabı bittirmeye çalışırım, sevmesem, sayfalarını zor çevirsem bile bittirmek için sanki kafama bir silah dayanmışçasına inat ederim.
Ben satın aldığım her kitabı baştan sona okumam gerektiğinin suçluluk hissini yaşardım. Kısa süre sonra okunacak kitaplarımın kontrolüm dışında yığıldığını ancak okumaktan gitgide daha az zevk aldığımı fark ettim. Bitireceğim kitaplar konusunda daha seçici olmaya başladıktan sonra, sadece okumakla kalmadım, her birinden çok daha fazla şey öğrendim.
Eğer bir kitabın ilk üç bölümünü okuduktan sonra, kayda değer hiçbir bilgi edinmediğinizi düşünüyorsanız ya da kitap ilginizi çekmeyi başaramadıysa, kendinize bir iyilik yapın. Kitabı bir kenara koyun ve ( kitaplarınızın içinden başka bir tane seçerek ) zamanınızı daha iyi değerlendirin.
İşte bende bunu artık 2016’da okumak üzere alacağım kitaplarda uygulayacağım. Bir kitabı bitirmek için kendimle savaşmak yerine, zamanımı keyif alacağım kitaplar için harcayacağım. İşte bunun gibi yeni karlar, yeni bakış açıları oluşturmamda farklı bir bakış açısı getiren bu kitabı sizlere de öneririm.
Beni kitaptan yararlandığım bir nokta daha var ki, onu belirmeden yazımı bittirmek istemiyorum: Yazarın okunması için tavsiye ettiği kitaplar. Hepsini okuma liste ekledim. Okudukça da sizlerle paylaşacağım.
Eğer daha bu kitabı okumuşsanız ise de benimle kitap hakkında görüşlerinizi paylaşır mısınız?
Sevgiler…
 
Yaşamın trajedisi ölüm değil, yaşarken içinizde ölmesine izin verdiklerinizdir.
Norman Cousins
 
 
 
 
 
 

13 Ocak 2016 Çarşamba

Polisiye Bir Öykü…


Macar yazar Imre Kertesz, Kadersizlik, Fiyasko ve Doğmayacak Çocuk İçin Dua adlı romanlardan oluşan üçlemesiyle 2002’de Nobel Edebiyat Ödülü’ne değer görülmüştü. Kertesz, bu yarı – otobiyografik üçlemesinde, 2. Dünya Savaşı yıllarında Nazilerin toplama kamplarında yaşadıklarını ve yaşananları olağanüstü bir dille anlatıyordu.
Polisiye Bir Öykü ise, adının ilk ağızda çağrıştırdıklarının tersine, alışılmış anlamda bir polisiye değil. Yazarın sansüründen korunabilmek amacıyla anlatı mekânı olarak seçtiği kurmaca bir Latin Amerika ülkesindeki zorba yönetime bağlı gizli polis örgütünün keyfi uygulamaları üstüne özlü bir öykü.
1970’lerin sonlarına doğru yazılmış olan Polisiye Bir Öykü’nün, bildik Kertesz romanlarından bir farkı var: Çoğu kez olup biteni kurbanın gözünden anlatmayı yeğleyen yazar bu kez olay örgüsünü bir işkencenin gözünden aktarıyor.
Polisiye Bir Öykü, zekice kurgulanmış, insanın kanını donduracak kadar soğukkanlı bir yergi.
Tanıtımda ki bir cümleye kesinlikle ve kesinlikle katılıyorum. Kanımı donduracak kadar soğukkanlı bir yergiydi bu öykü. 80 Sayfalık bu kitabı bir solukta, zaman zaman üzülerek, zaman zaman kızarak ve zaman zaman yaşananları hissederek okudum.  Anlatı dili bir o kadar yalın ama buna karşın bir o kadar çarpıcı. Bazı gerçekleri bir tokat gibi okuyucuya çarpan bir öykü.
Yazarın daha önce hiçbir kitabını okumadım, ama kendi ifadesi ile sadece sadece iki haftalık bir zaman diliminde yazılmış olan bu uzun öykü bu kadar etkileyici olabiliyorsa diğer kitapları hayal edip, bir an önce okumak isteğimi bastıramıyorum. Umarım kütüphaneden yazarın diğer kitapları da mevcuttur diye içten içe de dua ediyorum.
’ Hayır, ’’ diye karşılık verdi. ‘’ O sırada anlamamıştım. Daha sonra bir keresinde anlamıştım. Şimdi de tekrar anladım. Ama ne önemi var ki, ‘’ diye eliyle boş versene der gibi işaret yaptı, ‘’ bunu sizin gibi insanlar zaten anlayamaz. ‘’
Sandığından daha iyi anlıyordum. Ama şaşırmıştım: Martens’te – büyük bir makinenin önemsiz küçük vidası olan bağımsız insan kişiliğinin her türlü karar ve idrak yetisini bir yana bırakmasının ardından- bu kişiliğin bir kez daha belirebileceğini ve kendini göstermeye çalışacağını hesaba katmamıştım.  Yani konuşmasını ve yazgısını açıklamak istemesini beklememiştim. Deneyimlere göre, bu çok nadir görülen bir şeydir. Kanımca herkes bunu yapma, üstelik kendi tarzında yapma hakkına sahiptir. Martens bile. Ben de onun isteğini yerine getirmesini sağladım.
Sizde Martens’in öyküsünü merak ettiyseniz, bir işkencecinin göründen bir öyküyü okumak isterseniz ki bence isteyin, bu uzun öyküyü kesinlikle ve kesinlikle okumalısınız.
Güzel bir dünyada, güzelliklerle dolu bir gelecek dileği ile
Sevgiler…