24 Şubat 2016 Çarşamba

Zengin Olmanın Kuralları…

Zenginlik için kişisel kılavuzunuz
Para… Zengin olmayı kim istemez? Hepimiz gizliden gizliye ( ya da açık açık )aranın saadet getireceğine inanırız.
Hayalideki evi satın almaya, asla parasızlık endişesi çekmemeye, istediği yere tatile gitmeye yetecek parası olmasını kim istemez?
Peki, varlıklı insanlar nasıl zengin olurlar? Şansları mı yaver gitmiştir, yoksa br bir bildikleri mi vardır? Evet, onlar ZENGİN OLMANIN KURALLARI’NI biliyorlar.
Uluslararası çoksatan Yaşamın Kuralları, Yönetimin Kuralları ve Çalışmanın Kuralları kitaplarının yazarı Richard Templar bu kez zengin olmanın yollarını göstermek üzere kolları sıvamış. Bu kitapta, servet yaratmaya götüren altın kurallarını kendine has mizah anlayışı içinde okurla paylaşıyor.
Zengin Olmanın Kuralları sizi bolluk içinde yaşatacak davranış kalıplarını, zihinsel yapıyı ve finansal bilgiyi analiz ediyor.
Bütün bunları keşfederek daha zengin biri olmaya hazır mısınız?
Ben hazır olduğumu düşünerek bu kitabı okudum. Şimdi sıra sizlere yorumlarımı paylaşmakta.
Öncelikle şunu söylemelim, bu yazıyı yazıp yazmamakta kararsızdım; Şöyle ki kitaba göre kitapta öğretilenleri paylaşmamalıyım, ama bu kitapta yazanla genel bir yol çizdiğine göre ve herkesin yolu kendine özel olacağına göre yazmamada sakınca yoktur diye düşündüm. Ama benden size bir tavsiye bu kitabı okursanız ve kendinize bir zenginlik yolu çizerseniz bunu pek paylaşmayın.
Yeni bir yolculuğa çıkmışken, yeni bir yöne giderken, aklınızdan geçenleri kendinize saklamanız yerinde olur.
Kitap beş bölümden oluşuyor. İlk bölüm zenginlik ve para üzerindeki kavramları, bizim onlara bakış acımızı anlatıyor. Ve genel kanının aksine zenginliğin kötü bir şey olmadığını anlatmaya çalışıyor. İkinci bölüm ise eylem çağrısı niteliğinde. Belki bu bölümde anlatılan birçok şeyi sizde benim gibi biliyorsunuz. Ama peki uyguluyor musunuz? İşte yazar atık bizi eylem için çağırıyor. Ve diğer bölümlerde zenginliği artırmak ve artık kazandığınız payı harcamak üzerine olan fikirlerini yazar bizlerle paylaşıyor.
Kitap hakkında genel bir tanıtım yaparken şunu da söylemeden geçemeyeceğim. Yazarın kitaptaki dili o kadar akıcı ve içten ki sanki karşınızda oturmuş ve karşılıklı sohbet ediyormuş havasında bir anlatım tarzı var.
Burada bir parantez açmak istediğim bir konu var, ben eslek olarak ekonomistim. O sebeple borsa, hisse senedi gibi şeylerden az biraz anlarım.Yazar kitapta hisse senedine yatırım yapmayı tavsiye edip bunun için yollar gösterse de ben bu fikirlerine Türkiye gibi borsası sığ olan bir ülke için geçeli olmadığı kanısındayım.Yazar İngiliz ve oradaki borsa derin bir borsa o sebeple küçük yatırımcı için bir alternatif oluşturabilir. Ama bizim borsamızı için ben bu kanaate olmadığım için hisse senedi konusunda daha fazla temkinli olmamız gerektiği kanısındayım. Kendim için ise hisse senedi yatırımı yapmam söz konusu bile olmaz.
Diğer konu ise yazarın kitapta sık sık vergi konsun da okuyucunun dikkatini çekmesi ve vergi ödemeleri konusun ihmal edilmemesi gerektiği konusunda önemli uyarılara bulunması. Bizim ülkemizde ki durumu söylemek için sanırım ekonomist olmaya gerek yok, ne dersiniz?
Kitaptan ben oldukça çok şey öğrendim.  Size de rahatlıkla tavsiye ederim, bu okunması çok rahat ve keyifli olan bu kitabı.
Peki, siz yazarın diğer kitaplarını okununuz mu?
Tavsiye eder misiniz?
Daha zengin olacağımız günlerde buluşmak üzere;
Sevgiler…
Kimsenin bize fırsat vereceği yoktur. Fırsatları kendimiz yaratırız, gider onları yakala ve sırtlarını yere yapıştırır, pes ettiririz, sopanın ucuna şeker bağlayarak sakladığı inden çıkarırız, peşinde düşüp iz sürerek elimize geçen kısmet silahı ile avlarız, teslim bayrağını çekene kadar peşini bırakmayız, ama onu bize kimse vermez.

18 Şubat 2016 Perşembe

Sabit Fikir Dergisi…


Edebiyat dergisi okuma alışkanlığıma nedense bilmem bir süredir ara vermiştim.
İşte bu araya Sabit Fikir Dergisi ile son verdim.
Ve dergiyi neden bu kadar geç keşfettiğime hayıflanarak.

Edebiyat dergilerini okumayı sevmemin esas nedeni bilmediğim bir çok yazar ve kitabı ben bu dergiler sayesinde keşfetmem ve daha sonra okumam olmuştu. Yoksa hiç haberim olmayan o kadar güzellikleri nasıl keşfedecektim?

Bu dergisinin bu sayısında ise;
Suç ve Cezanın 150 yaş gününü kutlayıp, Raskolnikov’u anmak ve ismi hakkındaki bilgiyi öğrenmek için neden bu kadar beklediğimi düşünmek,
Dostoveskiyi anmak, ve yazarın okumadığım romanı kalıp kalmadığını düşünmek,
Okuma listeme Son 100 Gün’ü eklemek,
Anna Kavan’ı neden bugüne kadar okumadığıma hayıflanmak,
Saka Kuşu Kitabını merak etmek,
Ve Asimov…
Aldığım notlardı.
Okudukça da sizlerle paylaşacağım notlar oldu bunlar.

Peki, sizin edebiyat  dergisi okur musunuz?
Hangisini?

Benimle görüşlerinizi ve tavsiyelerinizi paylaşmanızı sabırsızlıkla bekliyorum.
Sevgiler…



17 Şubat 2016 Çarşamba

Kızıl Kraliçe ...

Kuzen Kuzene Karşı
15. yy
İngiltere’nin Jeanne d’Arc’ı olmaya kararlı bir kadın, ülkenin kaderini baştan yazacaktı. Onun önünde krallar bile durduramadı
 
 Lancaster kırmızı güllerin varisi Margaret Beaufort, İngiltere tahtının gerçek sahibinin kendi ailesi olduğuna tüm benliğiyle inanıyordu. Ancak onu ve ailesini bekleyen ihtişamlı kaderin yolunu bizzat çizmesi gerekecekti.
Kuzeni Kral VI. Henry aklını yitirince, Margaret hayal kırıklığına uğradı. İçindeki kutsal cevheri fark edecek kimse kalmamıştı. Üstelik Margaret, Fransa’da, İngiltere’nin yüz karası olmuş, beceriksiz bir babanın kızıydı ve annesi, onu sevmediği bir adamla evlenmesi için Galler’in bir ucuna gönderiyordu.
Babası yaşında adamlarla evlenip genç yaşında dul kalan, daha ön dört yaşında anne olan bu genç kadın, yalnızlığından bir zafer yaratmaya ararlıydı.
Her bedeli ödemek pahasına, oğlunu İngiltere tahtına çıkarmayı kafasına koymuştu. Siyasi dengeler her gün değişirken, Margaret gözünü kırpmandan hain ittifaklar ve gizli planlarla yoluna devam etti.Atık yetişkin bir adam olan sürgündeki oğlu, kendi ordusunu toplayıp en büyük ödüle ulaşacağı günü beklerken, Margaret tarihin en büyük isyanlardan birine öncülük etti.
Entrika, tutku ve soğukkanlı hırslara dolu bu romanda, Philippa Gregory, tanrının isteği ile tarihi değiştirmek zorunda olduğuna inanan, güçlü ve gururlu bir kadının hikâyesini anlatıyor.
Mücadele, ihanet ve siyasi çekişmelerle dolu cüretkâr, renkli, unutulmaz bir roman… Gregory, tıpkı Margaret Beauford gibi, eşsiz enerjisi ve sarsılmaz anlatımıyla benzerlerinin arasından bir kez daha sıyrılıyor.
Publishefrs Weekly
 Kitap okuma serüvenimde bu tarz tarihi romanlar pek yoktur. Hatta bir zamanlar efsane olan, çevremdeki herkesin okuduğu Safiye Sultan serisini bile okumamıştım. Ama nedense bilinmez, o an ne düşündüm, ne hissetim, kütüphaneden bu kitabı okumak için seçip eve giderken buldum kendimi.
Kitabı genel olarak yorumlamam gerekirse; sevdim.
Dilli oldukça akıcı, hikâye akıcı bir şekilde, bir sonraki sayfada nelere olacak diye merakla sayfalarında yol alırken buluyorsunuz kendinizi. En azından ben öyle sayfalar arasında yol alırken bir bakmışım ki kitap bitmişti.
Birde benim dikkatimi çeken şey, bilirsiniz bizde lisede karşılaştırmalı tarih gösterilmez ki ben en son tarih dersimi lisede görmüştüm üniversite eğitimim başka bir alanda almıştım. O yüzden hikâyenin başladığı yıl olan 1453 de biz İstanbul’u Fethi etmek üzerinde iken aynı yıllarda İngiltere’nin içinde bulunduğu durumu okumak benim için ilginç olduğunu söylemeden geçemeyeceğim.
Birde ister Osmanlı tarihinde olsun, ister İngiltere veya şu an bilmediğim başka bir yerde kadınları ne kadar ülke yönetiminden uzak tutulmaya çalışılsa, ne kadar ikinci sınıf insan muamelesi olarak görülse de kadınların inanılmaz hırsları ile perde gerişinden bile olsa o ülke tarihine damga vurduğunu görmek benim için farklı bir bakış acısı oldu, o devir Avrupa saraylarında yaşananları gördüğümde.
Ve galiba o devirde kadın her yerde aynı bakış acısı ile görülüyordu. İter Asya, ister Avrupa… Her yerde kuluçka makinesi. Ama sonunda tarihi yazan, devre de adını verenler hep kadınlar oldu, onları bu tarz ikinci sınıf insan muamelesi gören kişiler değil. Tarihin diyalektiği bu olsa gerek.
Tarihi bu tarz kitaplardan öğrenilmeyeceğinin bilincinde olarak ama romanın içinde tarihi karakterler ve olayların olmasının zevkine vararak okudum bu kitabı.
Serinin diğer kitaplarını da en kısa zamanda okumayı planladığımı burada belirtmek isterim.
 
 

8 Şubat 2016 Pazartesi

Tübitak Bilim Ve Çocuk Dergisi…

 
Bugün size farklı bir dergi okuma maceramı, nüfus cizdanımda yazan yaşa hiç uyayan ancak içimdeki küçük çoçuğu çok mutlu eden bir maceraydı bu, anlatmak istiyorum.
Tübitak’ın Bilim ve Teknik dergisini özellikle lise yıllarımda çok okurdum. Ancak üniversitede sosyal bilimler alanında eğitim alınca bu dergi ile birlikte benim için oldukça heyecanlı ve merak uyandırıcı olan bilim alanındaki okuma macerama biraz ara verdim. Şimdi ise zaman zaman okuduğum bir dergi olsa da, eski devamlılığımı bir türlü tutturamadım maalesef.
Benim Tübitak dergileri ile olan bu geçmişim, tesadüf eseri bir arkadaşımda gördüğüm ve okuduğum Bilim Ve Çocuk Dergisi ile yeni bir boyut kazandı.
Dergiyi o kadar büyük bir zevkle okudum ki inanın bir çocuk dergisi okurken bu kadar mutlu olacağıma ben bile inanamadım.
Bir kere benim okuduğum derginin ana konusu Sanat Akımları ve bu akımların başlıca ressamlarıydı. Yani benim aşık olduğum bir dal olan resim. Sanat akımları hakkında yalın bir tanımlama yapımlı ki çocuklarda anlasın. Bende unuttuğum bazı akımları bu sayede hatırladım, aramızda kalırsın ama.
Birde enerji tasarrufu konusu var ki ağaç yaşken eğilir diyerek sadece çocuklar için değil bizim için bile faydalı bilgiler vermiş.
Bunun yanında birçok güzel bilgiler,  zengin bir içerik ile veren bu çocuk dergisini ben çocuğu olan tüm arkadaşlarıma öneririm. Ki benim okumaya olan aşkımda çocuk dergileri ile olmuştur. Yazma sevdam ise bu çocuk dergilerine gönderdiğim ufak ama bir çocuk için çok büyük olan yazılar ile başladım. Belki okuyan çocuk yazmaya değil, bilime yönelir. Belki sadece okur bir genel kültür alt yapısı olur. Ama ne olursa olsun bu tarz dergiyi okuyan bugünün çocuğu yarının adamı olur. Ki burada adamı adam gibi adam olarak kullanıyorum ve cinsiyet temeli olarak da kullanmıyorum. Ve benim çocuğum olsa bu dergiyi beraber okurdum çocuğumla. O öğrenme sürecinde onun yanında olmak ve yeni şeyler öğrenmenin ilk mutluluklarını beraber yaşamak için.
Bilim ile dolu, içinizdeki çocuğun hiç büyümediği bir gün olması dileği ile;
Sevgiler…
Yazımı bittirmeden, dergiyi alan arkadaşımın evine her ay bir uğrasam iyi olur diyorum, ne dersiniz?
Öpüldünüzzzz...

 
 
 
 

3 Şubat 2016 Çarşamba

Keşke Ben Uyurken Gitseydin…

Hayalleriyle Gerçekler farklıydı. İyi ki…
Renda, kimine göre saf, kimine göre kurnaz, kimine göre şirin, kimine göre şanslı, kimine göre umutsuz âşık, kimine göreyse vazgeçilmez bir kadın, aynı senin gibi…
Bazen ulaşılmaz, bazen yapışkan; bazen tatlı, bazen yaka silktiren. Bazen çok genç, bazen çok olgun. Kime sorsan farklı anlatıyor. Aynı seni anlattıkları gibi…
Renda’nın anlattıklarının tamamına inanmamak gerekiyor sanki. Bazen abartıyor, bazen çok pebe görüyor, bazense hiç ‘’ anlatmıyor ‘’. Aynı sen gibi…
 
Onu okurken, ona bazen kızıyorsun, bazen acıyorsun, onu bazen seviyorsun, bazen ondan nefret ediyorsun. Bazen tanımak istiyorsun, bazen ‘’ aman benden uzak olsun ‘’ diyorsun. Aynı senin için de düşündükleri gibi…
 
Tatlı hayalleri, ulaşılmaz hedefleri, aniden dönen şansı ve kakarsız kaldığı anlar var, aynı hepimiz gibi…
Renda, belki de partide sırt sırta olduğun, sinemada arka sırada oturan, kasa kuyruğunda arkada bekleyen, mağazada elini aynı elbiseye attığın, aynı spor salonuna kayıtlı olduğun, restoranda yemek yediğin masada senden önce yemek yiyen biri.
Onun dünyasına girmeye hazır mısın?
Ben okunacak kitap tercihlerinde insanın içinde bulunduğu ruhsal durumunun oldukça etkili olduğunu inanırım. En azından benim tercihlerimde oldukça etkili.
Normal bir zamanda, benim okumak için tercih etmeyeceğim bir kitap türünde bu kitap.
Ama bir bunalım anında, sadece okumak, gülmek ve bunun yaparken de içinde bulunduğum durumdan kısa bir zaman da olsa çıkmak için tercih ettiğim Keşke Ben Uyurken Gitseydin benim bu amacıma ulaştırdı.
Hiçbir şey düşünmeden Renda’nın dünyasında gezindim. Renda’ya kızdığım anlar olsa da çoğu zanda güldüm. Özelliklede her bölüm sonunda bölümde Renda’nın gözünden anlatılan olayın, diğer kahramanla gözünden değerlendirilmesi kısmında ise koptum.Hele Ayak Fetişi hakkında manikürcü kız ile yaptığı konuşmada…
Kitabın, yaşamı algılayışı benim kendi değerlerime kesinlikle uymasa da, sonuçta ben belli bir yaşı geçmiş bir bayan olarak ( alın size bir bunalım sebebi daha, yaşlanıyorummmm ) Renda’nın etkisi ile kendimi önüme çıkan ilk adamın kucağına atmayacağıma göre ( yoksa atmalı mıyım, atmadım da ne oldu )beni anlatılan hikâye ve hayat görüşü rahatsız etmedi.
Renda ile birçok konuda uyuşmasak da bende Renda gibi Acı Çekmede Bir Dünya Markası olmaya adayım.
Şunu da belirtmek isterim ki kitap daha ziyade bayan okuyucuya yönelik bir kitap bence. Ama bizim ( sonuçta bende bir bayanım ) olaylara nasıl baktığımız hakkında kitabı okuyacak olan erkeklerde fikir verebilir. Benden söylemesi…
 Kitap hakkında genel bir değerlendirmede bulunarak yazımı sonlandırmak istiyorum; ben kitabı sevdim. Beni içinde bulunduğum ruh halimden kısa bir süre olsa da uzaklaştırdı. Eğer sizde benim gibi bir bunalım anında iseniz tercih edebileceğiniz bir kitap. Serinin diğer kitaplarını da baka bir ruhsal bunalım anında okuyabilirim.
Peki, siz bu kitabı veya serinin diğer kitaplarını okudunuz mu?
Yorumlarınızı benimle paylaşır mısınız?
Sevgiler…

29 Ocak 2016 Cuma

Bilge Lider Olmanın Yolları…

Lider bir yönetici, başarılı bir kariyer için sırlarını paylaşıyor
Kendiniz için nasıl vizyon oluşturabilirsiniz, başarılı stratejileri nasıl geliştirebilirisiniz?
Neden başarısız oluyorum diye hiç düşündünüz mü? Evet, düşündünüz ve başarısızlığınıza yüzlerce bahane buldunuz. Eğer bahane bulmak para kazandırsaydı şimdiye kadar çoktan zengin olmuştunuz.
Artık bahaneleri arkasına saklanmaktan vazgeçin ve çevrenize bakın. Aynı sırayı paylaştığınız eski okul arkadaşınız çok iyi bir yere geldiyse, sizinle aynı futbol takımında oynayan arkadaşınız daha başarılı olduysa ya da yanınızdaki büfe sahibi olan arkadaşınız bir fastfood zinciri kurduysa sorunu kendinizde aramalısınız. Şartlarınız eşit olmasına rağmen onlar başarılı olmayı seçtiler.
Neden mi? Aslında çok basit: Karşılaştıkları problemleri çözmek için doğru formülü uyguladılar. Bu formül nedir diye soruyorsanız elinizdeki kitapta bulunuyor. Tek yapmanız gereken kitabın içindekileri doğru uygulamalısınız…
Kitabı ben bir markette indirimli kitaplar reyonunda gördüm, alıp almamakta tereddüt ettim nedense. Yarın kütüphaneye bakayım orda sanki gördüm bu kitabı, olmasa akşam eve dönerken alırım diyerek reyona geri bıraktım. Ve haklı çıktım, kütüphanede buldum bu kitabı. Malum bu sıralar kişisel gelişim kitaplarına merak sardım. O sebeple de bu kitap benim ilgimi çekmişti.İşte bu merakla okumaya başladığım kitap ve kitaptaki bilgiler beni pek doyurmadı.
Kitap ağrılıklı olarak kadın yöneticiler için yazılmış ki yazar kadınlara yönelik bir liderlik enstitüsünün başkanı. Bu konuda yaptığı çalışmaları taktir etmedim değil.
Kitap üç bölümden oluşuyor. İlki Temel Oluşturma adı altında kendimizi geliştirmek adına bilgiler veriyor, ama hepsi bilindik şeyler.
Ve bazı bilgiler bizim iş hayatımız için pek geçerli olmayan şeyler.
Bunun yanında verdiği bazı bilgilerin iş hayatına atılan genç arkadaşlarımın işine yarayabileceğini de söylemem lazım, haksızlık etmemek adına.
İkinci bölüm ise Yolculuğu Yönetmek olarak adlandırılan inşa ettiğiniz temelin üzerine nasıl bina kuracağınız anlatıyor, alt başlıklar halinde.
Tüm bölümlerin sonunda bizden yapmamızı istediği uygumlalar var yazarın ki ben kitabın en çok bu kısmını sevdim. Gayet faydalı uygulamalar vermiş okuyucusuna.
Dediğim gibi iş hayatına yeni giren arkadaşlarım için güzel uygulamalar olsa da, tepelerdeki rüzgârlar Türkiye’de hiç de yazarın anlattığı gibi esmiyor maalesef.
Kitabın en son bölümü Nasıl Başardılar adı altında çeşitli firmaların başarı öykülerini anlatıyor. Ben burada başarılı olmuş firmalar ki anlatılan öykülerin hepsi o kadar bilindikti ki, kadınların öykülerinin olmasını tercih ederdim. Çünkü kitap ağırlıklı olarak kadınlar içini kadın yöneticiler için yazılmıştı.
Bu arada kitap çevirisini hiç mi hiç beğenmedim, düşük cümleler, anlatımda bozukluklar beni oldukça rahatsız etti. Ayrıca kitabın baskısına da özenilmemiş, Nasıl Başardılar kısmında aynı öykü iki kere basılmıştı.
Yani kitabı ben çok fazla beğenmedim, içinde güzel birkaç ipucu olsa da bütün olarak beni tatmin etmedi maalesef.
Benden bu günlük bu kadar;
Sevgiyle ve bilgiyle kalın…

25 Ocak 2016 Pazartesi

Kitapkurdu Sevgilim…

 
Zıt karakterlerine rağmen Cath ve Si iyi arkadaştı. Biri dağınık ve içekapanık, diğer titiz ve kaprisliydi. Biri erkek, biri kadındı ve her ikisi de hayatlarının erkeğini arıyorlardı. Onların çok yakın iki arkadaşı vardı. Josh ve Lucy. Evli olan bu çiftin insanı dehşete düşüren korkunç bir çocuğu ve bu çocuğunda tüyler ürpertici İsveçli bir dadısı vardı.
Tabii bir de romanın olmazsa olmaz Portia’sı vardı elbette – güzel Portia- , geçmişte bir gece hepsinin kalbi kırmış ve onlardan uzaklaşmıştı.
Yıllar sona bir gün ortaya çıktığında da bu dört arkadaşın hayatını tamamen değiştirerek altüst eden olaylara neden olmuştu.
Arkadaşlıkların, kitapların, kitap kurtlarının, dadıların mutlulukları ve aşkları üzerine kurulu duygulu ve komik bir kitap.
Nasıl tanıtımı güzel değil mi, en azından benim hoşuma gitmişti. Ve hafta sonu okuması için bu kitabı seçmeme yol açmıştı kütüphaneden. Ama kitap benim için tam bir hayal kırıklığı oldu. Öncelikle değişen bir okuma alışkanlığımdan söz edeyim, ki aldığım kararı daha iyi açıklayabileyim size;
Eskiden bir kitaba başlayınca illaki bitirmem gerektiğini düşünür ve bittirirdim, oflaya puflaya da olsa. Artık öğle düşünmüyorum ve de yapmıyorum. Sonuçta okuduğum kitap bir ders kitabı değilse, öğretici bir kitap değilse zorlamıyorum kendimi. Sadece zamanımı hoşça geçirmek üzere aldığım bir kitap benim zamanımı hoş geçirmemi sağlamıyor, bana okurken zevk vermiyorsa neden direteyim ki? Bilmem bana katılır mısınız?
İşte bu yeni kakarım doğrultusunda bu kitabı okumayı 53 sayfada bıraktım. Olaylar, karakterlerin anlatımı, hikâyenin kurgusunu hiç mi hiç sevmedim ve gidişatına da bakınca da kanaatim değişmedi. Ve de bu sene okuduğum tüm kitapları burada sizlerle paylaşma kararı aldığım için, bu kitabı okumasam bile okuma amacı ile almıştım, sizlerle bu yorumumu paylaşmak istedim.
Bugün ki paylaşım benim için değişik bir paylaşım oldu.
Umarım kitaba pek fazla haksızlık etmemişimdir?
Peki, siz bu kitabı okudunuz mu?
Yorumunuzu benim ile paylaşır mısınız?
Sevgiler…
 
 
 

20 Ocak 2016 Çarşamba

Sen Ölünce Kim Ağlar ?

Gençlik yıllarımda, babam bana asla unutamayacağım bir şey söylemişti: ‘’ Oğlum, doğduğunda bütün dünya sevinirken sen ağlıyordun. Öyle bir yaşam sür k, öldüğünde sen sevinirken bütün dünya ağlasın.’’ Hayatın anlamını unuttuğumuz bir çağda yaşıyoruz. Bir insan kolaylıkla Ay’a gönderebiliyoruz, ancak karı dairemizde yeni taşınan komşumuzu ziyaret ermekte güçlük çekiyoruz.
George Bernard Shaw’a ölüm döşeğinde, ‘’ Hayatınızı yeni baştan yaşama fırsatınız olsaydı, ne yapardınız?’’ diye sorulmuş. Shaw biraz düşünmüş ve sonra derin bir iç çekişle, ‘’ Olabileceğim, ama asla olmadığım kişi olmak isterdim,’’ demiş. Aynı şeyin sizinde başınıza gelmemesi için bu kitabı yazdım.
 
O halde siz bu kitaba başlarken, size soruyorum:
 
Siz öldüğünüzde ardınızdan kim ağlayacak?
Bu gezegenden gitme ayrıcalığına ulaştınız zaman kaç yaşamı etkileyeceksiniz?
Sizi takip eden nesiller üzerinde nasıl bir etki bırakacaksınız?
Son nefesinizi vermeden önce arkanızda bıraktığınız imza ne olacak?
Bu kitabın yazarını belki çoğunuz biliyorsunuzdur, Ferrari’sini Satan Bilge kitabının yazarı. Ben adı geçe kitabı okumadığım için yazar ile ilk tanıştığım kitap oldu bu.
Kişisel gelişim kitapları da benim için yeni tanıştığım bir tür olmasına karşın, okumaktan keyif aldığım ve benim hayatı algılamamda zaman zaman yeni kapılar açan bir tür oldu. Eğer bir de rahat okunan bir kitap ise hafta sonu, dinlenmek üzere koltuğumda oturduğumda okumaktan oldukça keyif aldığım bu tür kitaplarda, bu hafta sonu okumak için seçtiğim bu kitabı bir solukta bittirdim.
Dilli oldukça sade ve akıcı bir dille yazılmış olan bu kitabı genel olarak değerlendirmem gerekirse; sevdim. Tavsiye eder miyim, evet!
Kitap önsöz hariç olmak üzere 101 bölümden oluşuyor.  Yaşadığımız hayatı düzenlemek ve daha iyi bir hayat yaşamak için yazarın bize önerdiği 101 yollu bize anlatan bu bölümlerde benim de oldukça dikkatimi çeken, artık bende böyle yapmaya başlamalıyım dediğim bölümler oldu. Eğer sizde bir gün bu kitabı okursanız, sizinde faydalanacağını düşündüğüm şeyler içeren bölümler olacağından da eminim.
Mesela; 78 madde olan Başladığınız Her Kitabı Bittirmeyin.
Ben başladığım her kitabı bittirmeye çalışırım, sevmesem, sayfalarını zor çevirsem bile bittirmek için sanki kafama bir silah dayanmışçasına inat ederim.
Ben satın aldığım her kitabı baştan sona okumam gerektiğinin suçluluk hissini yaşardım. Kısa süre sonra okunacak kitaplarımın kontrolüm dışında yığıldığını ancak okumaktan gitgide daha az zevk aldığımı fark ettim. Bitireceğim kitaplar konusunda daha seçici olmaya başladıktan sonra, sadece okumakla kalmadım, her birinden çok daha fazla şey öğrendim.
Eğer bir kitabın ilk üç bölümünü okuduktan sonra, kayda değer hiçbir bilgi edinmediğinizi düşünüyorsanız ya da kitap ilginizi çekmeyi başaramadıysa, kendinize bir iyilik yapın. Kitabı bir kenara koyun ve ( kitaplarınızın içinden başka bir tane seçerek ) zamanınızı daha iyi değerlendirin.
İşte bende bunu artık 2016’da okumak üzere alacağım kitaplarda uygulayacağım. Bir kitabı bitirmek için kendimle savaşmak yerine, zamanımı keyif alacağım kitaplar için harcayacağım. İşte bunun gibi yeni karlar, yeni bakış açıları oluşturmamda farklı bir bakış açısı getiren bu kitabı sizlere de öneririm.
Beni kitaptan yararlandığım bir nokta daha var ki, onu belirmeden yazımı bittirmek istemiyorum: Yazarın okunması için tavsiye ettiği kitaplar. Hepsini okuma liste ekledim. Okudukça da sizlerle paylaşacağım.
Eğer daha bu kitabı okumuşsanız ise de benimle kitap hakkında görüşlerinizi paylaşır mısınız?
Sevgiler…
 
Yaşamın trajedisi ölüm değil, yaşarken içinizde ölmesine izin verdiklerinizdir.
Norman Cousins
 
 
 
 
 
 

13 Ocak 2016 Çarşamba

Polisiye Bir Öykü…


Macar yazar Imre Kertesz, Kadersizlik, Fiyasko ve Doğmayacak Çocuk İçin Dua adlı romanlardan oluşan üçlemesiyle 2002’de Nobel Edebiyat Ödülü’ne değer görülmüştü. Kertesz, bu yarı – otobiyografik üçlemesinde, 2. Dünya Savaşı yıllarında Nazilerin toplama kamplarında yaşadıklarını ve yaşananları olağanüstü bir dille anlatıyordu.
Polisiye Bir Öykü ise, adının ilk ağızda çağrıştırdıklarının tersine, alışılmış anlamda bir polisiye değil. Yazarın sansüründen korunabilmek amacıyla anlatı mekânı olarak seçtiği kurmaca bir Latin Amerika ülkesindeki zorba yönetime bağlı gizli polis örgütünün keyfi uygulamaları üstüne özlü bir öykü.
1970’lerin sonlarına doğru yazılmış olan Polisiye Bir Öykü’nün, bildik Kertesz romanlarından bir farkı var: Çoğu kez olup biteni kurbanın gözünden anlatmayı yeğleyen yazar bu kez olay örgüsünü bir işkencenin gözünden aktarıyor.
Polisiye Bir Öykü, zekice kurgulanmış, insanın kanını donduracak kadar soğukkanlı bir yergi.
Tanıtımda ki bir cümleye kesinlikle ve kesinlikle katılıyorum. Kanımı donduracak kadar soğukkanlı bir yergiydi bu öykü. 80 Sayfalık bu kitabı bir solukta, zaman zaman üzülerek, zaman zaman kızarak ve zaman zaman yaşananları hissederek okudum.  Anlatı dili bir o kadar yalın ama buna karşın bir o kadar çarpıcı. Bazı gerçekleri bir tokat gibi okuyucuya çarpan bir öykü.
Yazarın daha önce hiçbir kitabını okumadım, ama kendi ifadesi ile sadece sadece iki haftalık bir zaman diliminde yazılmış olan bu uzun öykü bu kadar etkileyici olabiliyorsa diğer kitapları hayal edip, bir an önce okumak isteğimi bastıramıyorum. Umarım kütüphaneden yazarın diğer kitapları da mevcuttur diye içten içe de dua ediyorum.
’ Hayır, ’’ diye karşılık verdi. ‘’ O sırada anlamamıştım. Daha sonra bir keresinde anlamıştım. Şimdi de tekrar anladım. Ama ne önemi var ki, ‘’ diye eliyle boş versene der gibi işaret yaptı, ‘’ bunu sizin gibi insanlar zaten anlayamaz. ‘’
Sandığından daha iyi anlıyordum. Ama şaşırmıştım: Martens’te – büyük bir makinenin önemsiz küçük vidası olan bağımsız insan kişiliğinin her türlü karar ve idrak yetisini bir yana bırakmasının ardından- bu kişiliğin bir kez daha belirebileceğini ve kendini göstermeye çalışacağını hesaba katmamıştım.  Yani konuşmasını ve yazgısını açıklamak istemesini beklememiştim. Deneyimlere göre, bu çok nadir görülen bir şeydir. Kanımca herkes bunu yapma, üstelik kendi tarzında yapma hakkına sahiptir. Martens bile. Ben de onun isteğini yerine getirmesini sağladım.
Sizde Martens’in öyküsünü merak ettiyseniz, bir işkencecinin göründen bir öyküyü okumak isterseniz ki bence isteyin, bu uzun öyküyü kesinlikle ve kesinlikle okumalısınız.
Güzel bir dünyada, güzelliklerle dolu bir gelecek dileği ile
Sevgiler…

31 Aralık 2015 Perşembe

Goya…


Francisco Goya y Lucientes ( 1746–1828 ) 19. Yüzyılın İspanyol resminin tartışmasız en büyük ustalarından biridir. Aynı zamanda cesur tekniği ve sanatçının tahayyülünün gelenekten daha önemli olduğuna dair inancı dolayısıyla ‘’ ilk modern ressam ‘’ olarak alınır.
Resim ile oldum olası ilgiliyimdir, hele bazı ressamlar vardır ki hayatımda resmen resimleri ile aşk yaşarım bakarken. İşte bunlardan biridir Goya…

İşte durum böyle iken, kütüphanede Goya’nın kitabını bulunca hiç kaçırmadan aldım. Ve o gecede kitabı bitirdim.
Kitap zaten iki kısım, sol tarafta yazarım resimdeki yolculuğu anlatılırken, sağ sayfada resimleri yer alıyordu. Verilen bilgiler içinde benim bilmediklerim de olduğundan, bir solukta okudum. Resimlere ise bir gün gerçeğini görmek nasip olur diye baktım.
Genel olarak kitaptan büyük zevk alsam da, bir konuyu belirtmeden yazımı sonlandırmak istemiyorum. O da resimler ile anlatılanların paralellik içermemesi. Anlatılan resim ya çok ilerde yaz geri sayfada kaldığından kitabı okurken devamlı sayfalar arasında dolaştım. Anlatılan resim ile karşı sayfada ki resmin aynı olacak şekilde düzenlenseydi eyer kitap daha fazla zevkle okunacağı kanısındayım.

Yıllı son gününde, gelecek yılda bol kitaplı bir yıl diliyorum, herkese.
Bende İnşallah, Goya’nın resimlerini görebileceğim bir yıl olması dileği ile
İYİ SENELER ...


goya gravürleri ile ilgili görsel sonucu

Aklın uykusu canavarlar üretir. Aklın terk ettiği düş gücü olanaksız, işe yaramaz düşünceler yaratır. Akılla bir arada kullanılan düş gücü sanatın anası ve bütün güzelliğinin kaynağıdır.
Goya


25 Aralık 2015 Cuma

Türkiye’ de Ve Dünyada Casuslar…


Fahişeler ve ajanların yolları neden hep kesişir? Giardano Buruno neden yakıldı? Peki, Jeanne d’Arc? James Bond filmlerinin kahramanları hangi ajandan esinlenerek yaratıldı? Yunanistan’ın NATO’ya dönmesi konusunda Devlet Başkanı Kenan Evren’i, kim ikna etti? Bu kitapta, bu ve daha birçok sorunun yanıtını bulacaksınız.

Water L. Pforzheimer, CIA’dan emekliye ayrılmış çok deneyimli bir casus. Ona göre ilk casusluk olayı Âdeme ile Havva arasında geçti. İncil’in ünlü ‘’ Yılanı ‘’ ilk casus ve Havva da onun ilk ‘ Asset ‘’ i idi. Arkeologlar, Suriye’de günümüzden 3800 yıl önce yazılmış bir tuğla tablette casuslardan yakınıldığını belirtiyorlar.

Sn 20 yılda ulusal güvenliği boşlamış iktidarın, Türkiye’yi ne denli güvenlik zaafına uğrattıklarının örnekleri ile anlattığı bu kitapta Aytunç Altındal , ‘’ Diğer ülkeler bir yana, o günlerden bu yana Anadolu toprakları casusların en çok gönderildiği bölgelerdir. Soğuk Savaş yıllarında en iyimser tahminle ortalama 25 ülkeden Türkiye’ye yaklaşık 10 bin casus, ajan v.b. geldi. Günümüzde bu sayı 3 bin 500 civarında. Sadece Ankara’da yaklaşık 280-290 deneyimli askeri personel, diplomat, istihbaratçı şu ya da bu amaçla bilgi topluyor. Gerisini siz düşünün ’’ diyor.

Kitabı bir pazar gezmesi sırasında tesadüfen aldım. Yazarın kitaplarını daha önce okumuştum ve beğenmiştim, tanıtımını okuyup, konuda ilgimi çekince kitabı satın aldım. Okuduğum bir kitap vardı, o kitap bitince başlarım diyerek aldığım bu kitabı önsözünü okumam ile başlayan ve kitabı elimden bırakamayıp bir geceden bitten bir okuma serüveni oldu benim için Türkiye’ de Ve Dünyada Casuslar… 
Kitap çok ama çok sürükleyici, akıcı bir dil ile yazılmış, hele anlatılan konular o kadar ilginç ki kesinlikle okumanızı önereceğim, hele ki casusluk, ajanlık v.b. gibi konulara da meraklıysanız okumasanız olmaz diyeceğim bir kitap.

Kitap iki ana bölümden oluşuyor;  Fahişler ve Casuslar, ilk bölüm ki burada çok ilginç kişilerin bir o kadar ilginç hikâyeleri, ikinci bölümde ise Gizli Müzeler ise örgütler ve çalışma biçimleri şeklinde anekdotlar yer alıyor. En son bölümde ise, ek olan bölümde, istihbarat dünyasındaki kodlar verilmiş.
Kitap tanıtımında yazanlar dışında kitap hakkında ipuçları paylaşamayacağım.O kadar çok ilginç hikayeler var ki, en iyisi siz bu kitabı okuyun.Pişman olmasınız.
Yazımı bittirirken de kitabın yazarı olan Aytunç Altındal’a rahmet diliyorum…

Sevgiler…

17 Aralık 2015 Perşembe

Yenilgilerle Başarı Fönix Faktörü…

Bir Kriz ( bunalım ) nedeniyle olgunlaşmak, kendini yeni yetenekler öğrenmede, yeni bir yaşama, yeni etkinlikler ve yeni ilişkilere uyum sağlamada, sağlığınıza yeni ve daha iyi metotlarla özen göstermede, boş zamanlarınızı ilginç bir şekilde düzenlemede veya daha tatmin edici bir şekilde çalışmada gösterebilir. İşte bu FÖNİX olayıdır: Eski yaşamın küllerinden, yeni bir yaşam yeni hedeflere kanat açabilir.
Diye yazılmış kitap tanıtımında ve kitabın girişinde de kitap için yazarlar şöyle bir tanımlama daha yapmışlar:
Hangi durumda olursanız olun ve kitabı ne şekilde değerlendirirseniz değerlendiririn, kitabın bölümlerinin her birinde açıklanan prensiplerin sizin için geçerli olduğunu düşünün. Biz, ne şekilde olursa olsun, her krizin olgunlaşmak için, daha iyi ve daha yeni bir yaşam için mükemmel bir şans olduğundan çok eminiz. Eğer siz acı bir olay yaşadıysanız be belki de kaderin en ağır darbesini yediyseniz, o zaman bu kitap sizin için yazılmıştır.
 
Tanıtımı bu şekilde yapılan kitabı büyük bir merak ve hevesle kütüphaneden aldım. Ve bir solukta okudum. Kitap hakkında söyleyeceğim ilk şey anlatılan şeyler ne kadar zor olsa da ( insanın yaşadığı acılar ) dili o kadar yalın, anlatım bir o kadar akıcı.
İlk önce size şundan bahsetmek istiyorum ki bende kitabı elime aldığımda nedir bu Fönix dedim. Hatta bir kısaltma v.b. zannettim. Ama değilmiş…
Krizlerin bu umut verici özelliğini biz PHÖNİX-PHANMEN olarak algılıyoruz. Mitolojide ( Mısır ) 1.000 yıl yaşadıktan sonra ateşte yanarak ölen çok mükemmel, güzel bir kuştan yani PHÖNİX’ten söz ediliyor. Ateş daha yanarken, Phonix kuşu olağanüstü bir değişime uğruyor: Ateşler içinden can vereceği yerde, ateşlerin içinden, daha öncesinden çok çok daha güzel bir şekilde bir yıl daha yaşamak üzere yeniden doğuyor. Bu PHÖNİX Fenomeni insan yaşamında da vardı. Dünyaları bir krizin alevlerinde yerle bir olurken, onlar bu alevlerin içinden yeniden doğabilirler. Güzellik küllerden oluşabiliyor.
 
Nasıl güzel bir giriş değil mi, kitabın ilk bölümünden aldım bu tanımı. Ve kitabı okuma sürecim büyük bir hevesle devam etti. Kitap on iki ölümden oluşuyor.  On bir bölüm çeşitli kriz durumları ve bunlara başa çıkma yöntemlerin anlatıyor. Kitapta bir bölüm var ki benim çok ilgimi çeken ve bence en önemli bölümlerden biri olan çocukların yaşadığı krizler ve bu süreçte yetişkinlerin onlara nasıl yardımcı olacağı. Bence sıf bu bölüm için bile bu kitap okunmalı. Birde kitapta üç bölümden oluşan ekleri var kitap sonunda. Kitaptaki verilen örnek olaylar insanı olayın içinde yaşamış olduğu hissi veriyor ve kahraman ile empati yapmamızı kolaylaştırıyor. Bölümde anlatılanları da içselleştirmeyi kolaylaştırıyor.
Kendimi değiştirmek şimdiye kadar yapmak istediğim en zor şey. Ama bu günden yarına değişmek zorunda değilim, bunun hızını kendim belirleyebilirim. Farkına vardığınız gibi, bu ifadeler hiçbir şekilde olumsuzu inkâr etmezler, bunun yerine olumsuzu kabul ederler ve bir umut veya iyileşme kelimesi ilave ederler. İşte bu küçük umut ışığı krizi aşacak olanla, çıkar yol bulamayanlar arasındaki farktır.
 
Başımıza günlük hayatta birçok olay geliyor ama bazıları gerekten bizim hayatımızı yıkıp geçen, açılar oluyor…  Ama biz açıdan belli bir süre sonra ya açıyı yaşamaya ve kendimizi acıya kaptırmaya ve sonunda açı ile birlikte kendimizi tüketmeye götüren bir yolla giriyoruz ya da yeni den bir başlangıç. Yaşananları da yanımıza alarak yeni bir yolla çıkıyoruz. İşte bu kitap bu yeni yolla çıkanlara bir kılavuz, acısını içinde yok olanlara ise yeni bir yolla çıkma hevesi sağlıyor. Dilinin de çok yalın olması bu süreçte sizi kitabı okurken sıkılmaması. Çünkü bilirim bu süreçte insanın her şey üzerine gelir.
Kendisine ne zaman ‘’ yapmam gerekiyor ‘’ sözünü söylediğinin farkına vardığı zaman bunu hemen ‘’ başkalarının söylediğini yapmalısın sözünden bağımsız olarak, benim severek yapmak istediğim nedir? ‘’ şekline çeviriyordu. Kendi yaşamını kendi eline alaya başlamıştı. Eğer siz de, içinizden bir sesin ne yapmanız gerektiğini söylediği ve engellediği duruma benzer bir durumdaysanız, o zaman kendinize ciddi olarak sorun: Gerçekten ne yapmak istiyorum? Şu anda ki durumumun iyi tarafları ne? Değişmenin bana ne gibi yaraları olacak? Meydana çıkan yayar ve zarar konusunda gerçekçi olun. Değişim için sağlam ve iyi sebepler buluncaya kadar isteklerinizi sorgulayın. Sebepleriniz anlamlı olmalı ve gerçek kazanç vaat etmelidir.
 
Bu alıntının yapıldığı Paula’nın öyküsü bence birçok bayanda ortak noktadır. En azından bende olan bir duygu. Bu duyguyu öğrenmek için kitabı okumalısınız… Bende kişisel gelişim kitaplarına meraklı olan kitapseverlerin elinde mutlaka olması gereken bir kitap. Ve her kriz anında da tekrar tekrar okunabilecek bir kitap… Kesinlikle tavsiyemdir. Son olarak kitaptan bir alıntı daha yaparak bugünkü yazımı bittiriyorum.
Bir kriz ( bunalım ) nedeniyle olgunlaşmak kendini yeni yetenekler öğrenmede, aynı şekilde yeni bir yaşama, yeni bir etkilikler ve yeni ilişkilere sağlamada, yeni ve daha iyi metotlarla sağlığınıza özen göstermede, boş zamanlarınızı daha ilginç bir şekilde düzenlemede veya daha tatmin edici bir şekilde çalışmada gösterilebilir. İşte bu Phönix olayıdır: Eski yaşamın küllerinden yeni bir yaşam, yeni hedeflere kanat açabilir.
 
Son bir ek daha yapmak istiyorum, kendi kriz tecrübelerimden: Bende yaşadığım bir krizden aldığım dersleri hayatımın bu zamanına kadar aldığım derslerin toplamından büyük oldu. Ne kadar yanlış ve sahte arkadaşlarım olduğunu, mutsuz bir durumda bulunmakta ısrar etmemdeki nedenleri, ne istediğimi ve nerede olduğumu hep bu yaşadığım kriz sonundaki içe dönüşlerimde keşfettim. Ve küllerimden yeni bir insan yaşama başlamak için yavaş ama emin adımlarla çalıştım, çalışıyorum.  Sizde yaşadığınız bu krizleri kendiniz için yeni bir başlangıç, edinilen büyük tecrübeler ile birlikte, olarak kullanabilirsiniz.  Ben kendime inanıyorum ve sizi tanımasam da bu yazıyı okuduğunuz için size de inanıyorum. Lütfen sizde kendinize inanın!
Sevgiler…
 

15 Aralık 2015 Salı

Düğümler ve Haçlar…


Rankin, İngiltere’nin en iyi polisiye yazarı P.D. James ve Michael Dibdin2le eynı düzeyde yer alıyor.
Scotland on Sunday

Kimse 20. Yüzyılın sonunda İskoçya denen o tuhaflığı Rankin’in kadar iyi anlatamaz. Her zaman enfes polisiye romanları yazmıştır… Ama aynı zamanda dönemin kısa tarihini de anlatır.
Literary Review

Rankin özlü, incelikli ve temposu iyi ayarlanmış polisiyeler yazıyor.
The Scotsman

Çağdaş İngiliz hafiyeleri arasında en hızlı yükselenlerden biri de Ian Rankin’in, televizyon dizisi olmak için neredeyse yalvaran müfettiş John Rebus. Etkili karakter tahlilleri ve güçlü bir mekan duygusu Rankin’in romanalarında ağrılık kazanıyor Gözardı edilmemesi gereken bir yetenek.
Time Out

Rankin, Edinburgh’un kibarlık maskesini kemiklerine kadar kazıyıp foyasını meydana çıkarıyor.
The Times

Polis örgütünün iç politikası ve yüksek makamlardaki yozlaşma, insanın kanını donduran bir gerçekçilik ile yazılmış. Bu roman, yanında bir uyarı belgesiyle satılmalı.
Daily Telegraph

Acımasız, ama iyi yazılmış bir dizi… Rankin geleneksel polisiye roman formunun sınırlarını zorlayıp aşıyor.
New York Times

Kitap tanımımın da bunlar vardı. Yani kitabın konusu, olay örgüsü hakkında hiçbir ip uçu olmadan sadece tanıtım yazılarının yer aldığı bir arka kapağı vardı.

Ama ben daha önce de bu serinin kitaplarını okuduğum, sevdiğim için kitabı tereddüt etmeden aldım.
Burada bir konuyu da belirtmek istiyorum. Kitabı Kiler kitap indiriminden yaklaşık olarak 2 Tl gibi bir fiyata satın aldım. Kitabın değerinin fiyatı ile alakalı bir şey olmadığını çık iyi bilsem de bunu sizlerle paylaşmamın nedeni, bazen çok güzel kitapları çok komik rakamlara satın alabilirsiniz. Yeter ki çevrenize iyi bakın, birde indirimleri kaçırmayın…

‘’ İşte bu en kötüsü ‘’ diyebileceğimiz sürece, en kötüsü gelmemiştir. Shakspeare, Kral Lear . O zaman bunu bilmiyordum, şimdi biliyorum.

Şunu ilk başta söyleyeyim ki en sevdiğim Rebus Romanı bu oldu. Daha önce serinin bir çok kitabını okumuş olmama rağmen kitabın kahramanı olan John Rebusu en çok anlatan, yaşadıklarını, onda olan etkilerini yazan bir kitaptı. Seriyi okumak isteyen, ama daha başlamış olanlara bu kitap ile başlamalarını öneririm. Keşke serinin bir sıralaması olsa da ona göre okunsa diye de içimden geçirmedim değil, kitabı okurken.  Olay örgüsü, iç tahliller, cinayetler içinde ki kitabı okurken ben oldukça zevk aldım. Rahatlıkla tavsiye edebileceğim bir polisiye roman.               
Ama şunu da söylemeden geçemeyeceğim ki o da kitabın bir çok yerinde olan dipnot hataları. Vatan Kitabın yayınladığı bir çok kitapta ( tabii benimde okuduğum kitaplarda ) çeviri hatalarına, baskı hatalarına çok sık rastlanıyor. Bende biraz daha özenli olunmalı bu konularda.

Yazımı bitirmeden önce kitaptan bir paylaşım daha yapmak isterim.

Zavallı kız. Değişecekti. Ne kadar ikiyüzlü bir oyun içinde olduğunu anladıktan ve üniversitenin dışındaki lüksler gördükten sonra idealizminden eser kalmayacaktı.  O zaman da her şeyi isteyecekti, Londra’da yönetim pozisyonunda bir iş isteyecekti, bir ev isteyecekti, araba isteyecekti, iyi bir maaş, güzel bir şarap barı… Pastadan bir dilim alabilmek için her şeyi bir kenara atacaktı. Ama bunu şimdilik anlayamazdı. Bu, yetiştiriliş tarzına gösterdiği bir tepkiydi. Üniversite böyle bir şeydi zaten. Öğrencilerin hepsi ailelerinden uzaklaştıkları anda dünyayı değiştirebileceklerine inanırlardı.

Sevgiler…