30 Kasım 2015 Pazartesi

Siyah ve Mavi ….

 
Müfettiş Rebus Romanları
Rebus dört ayrı olay üzerinde çalışarak bir katili yakalamaya uğraşıyor.Bu katil aynı zamanda onu ünlü İncil’ci John’a da götürebilecek gibi görünüyor.Tüm bunları da Glasgow’lu bir gangsterden rüşvet almakla suçladığı bir başmüfettişin yürüttüğü iç soruşturmanın ağırlığı altında yapmaya çalışıyor.Ayrıca bir adaletsizliği inceleyen televizyon programcıları gece gündüz evinin önünde bekliyor ve Rebus’u milyonlarca izleyicinin önünde bir cani olarak gösteriyorlar.Bir küçük hata onun hayatını ya da daha da beteri, işini kaybetmesine yol açabilir.
Diye tanıtımı yapılmış kitabın. Kitabın anlatım dili ilk başlarda bana değişik, garip, geldi.  Alışmakta zorlandım ama okumaya devam ettikçe e sevdim.
Olay iki zeminde akıyor bir cinayet araştırması birde polis merkezindeki iç olaylarla. Hatta Müfettiş Rebus’un özel hayatını bile bu olay akışına ekleyebiliriz. Dediğim gibi anlatım dili bana garip, bazen de ağır gelse de olay örgüsü benim bu kitaba devam etmemi sağladı. Ki iyi ki de sağlamış…
Kitap, harika müthiş v.b. olmasa da zaman geçirmek ve yeni bir yazarın, en azından benim için yeni bir yazardı, kitabını okumak için tavsiye edebileceğim bir kitap. Yazarın Müfettiş Rebus Kitaplarını okumaya işte bu kitapla başladım, serinin diğer kitaplarını da sizlerle paylaşmak için sabırsızlanıyorum. Çünkü bu kitapla birlikte üç Müfettiş Rebus kitabı okudum.
Peki, siz hiç bu serinin bir kitabını okudunuz mu?
Yorumunuzu benimle paylaşır mısınız?
Sevgiler…
 
 
 
 

25 Kasım 2015 Çarşamba

Mükemmel Koca ...

 
Blogumu yeni açtığım için sadece bir kitabını sizlerle paylaşsam da Lisa Gardner’in kitaplarını çok severim.
İşte bu sebeple kütüphanede hafta sonu okumak için kitap baktığımda Lisa Gardner’in okumadığım bir kitabını göründe hafta sonu kitap seçimim belli oldu.
Kütüphaneden seçmiş olduğum diğer kitabı bitirip, hatta yorumumu bile sizlerle paylaştığıma göre diğer kitaba başlayabilirim artık.

Hayallerinizin Erkeği Bir Katilin Ruhunu Taşıyor Olsaydı Ne Yapardınız?

Jim Beckett hayallerinin erkeğidir… Fakat Tess bu havalı polisle evlenip çocuğunu doğurdukta iki yıl sonra, kocasının on kadını vahşice öldürmek suçuyla parmaklıkların arkasına gönderilmesine yardımcı olur. Yüksek güvenlikli bir hapishanede tutulmasına rağmen Beckett ona bunu ödeteceğine yemin eder. En sonunda da hapishaneden kaçar ve tüm oyunların en zoru başlar…
Korkuyla geçen bir hayatın ardından Tess daha önce hiç yapmadığı bir şey yapmaya karar verir. Psikolojik olarak harap durumda olan bir deniz piyadesi yardımıyla, kızını korumayı ve kendini savunmayı öğrenecektir. Beckett’i yakalamak için dört eyaletin o zamana kadar tanık olduğu insan avı başlamışken, karı koca arasındaki tüyler ürperten buluşma için zaman daralmaktadır. Tess bu sefer öldürmekle öldürülmek arasında seçim yapması gerektiğini çok iyi bilmektedir.

‘’ Unutulmaz derecede kötü bir adam ve merak uyandıran bir düğüm, Mükemmel Koca’yı heyecanlı bir kitap haline getiriyor!’’
Tess Gerritsen

‘’ Tami Hoag, Karen Robards, Elizabeth Powell ve Nora Roberts’in eserlerine müthiş bir ilave.’’
Publishers Weekly

Kitap tanıtımın yazısında sizlerle paylaştığım gibi Lisa Gardner’in kitaplarını çok severim.
Ve bugüne kadar okuduğum her kitabını da çok beğenmiştim.
Ama bu kitap için maalesef çok sevdim, çok heyecanlıydı, olay örgüsü müthişti gibi şeyler söyleyemeyeceğim.
Hafta sonu için seçtiğim bu kitap kısaca benim için tam bir hayal kırıklığı oldu.
Nerden başlasam bilmiyorum ama ilk önce öykünün genel akışı benim için fazla yüzeysel geldi.
Kitabın kadın kahramanı olan Tess’in evliliği ve evliliğinde yaşadıkları detaylı ve heyecanlı olarak anlatılmadı.

Yani olayların başlangıç noktası olan yer hakkında yeterli bir fikir oluşmadı bende.
Tess’in kocasından kurtulmak için aldığı eğitimin anlatılması da yüzeyseldi, burada eğitmen ile aralarındaki yakınlaşma ön plandaydı.

Kitaptaki cinselliği de gereksiz ve fazla buldum.

Kitapta bence en önemli yan hikâye olabilecek olan Marion’un hikâyesinin de hakkı verilmemişti.
Kitap sonlarında doğru katil olan Tess’in eski kocası bütün polisleri ve eski bir asker olan J.T. yi alt ederken, kitapta minyon olarak anlatılan Tess’e yenilmesi de ayrı bir ironiydi.
Polis teşkilatının da zafiyeti, içeriden bilgi alınması ve polis merkezinin içine ceset saklanması vb. çok abartı ve inandırıcı olmaktan uzaktı.

Kısaca bu kitabı hiç mi hiç sevmedim.

Ve naçizane eğer Lisa Gardner’in kitaplarını okumak istiyorsanız bu kitap ile başlamanızı kesinlikle önermem. Çünkü bundan sonra diğer kitapları okumaz ve o kitaplardaki heyecanı tadamazsınız.

23 Kasım 2015 Pazartesi

Ustanın Elinin Dokunuşu…

Mezatçı, hırpalanmış ve çizilmiş olan eski keman için harcayacağı zamana pek değmeyeceğini düşünüyor; yinede onu izleyenlere gösterirken gülümsüyordu.
‘’ Bu ne eder,  arkadaşlar? ’’ diye bağırdı. ‘’ Açık artırmayı kim başlayacak. ‘’ ‘’ Bir dolar, bir dolar ‘’ ardından iki dolar. ‘’ Sadece iki dolar mı? ‘’ ‘’ İki dolar, iki dolar… Kim üçe çıkaracak? ‘’’’ Yok mu artıran? Evet, iç dolar, üç dolar, üç dolara satıyorum… ‘’ Ama olamaz, en arka sıradan, kır saçlı bir adam öne geldi, eski kemanı aldı, üzerindeki tozu sildi, gevşek yaylarını gererek akort etti ve bir meleğin Noel ilahisi söylemesini andıracak kusursuzlukta hoş bir melodi çaldı. Müzik sona erdi ve mezatçı alçak bir sesle, ‘’ Keman için ne kadar veriyorsunuz? ‘’ dedi. Sonra onu çoşkuyla havaya kaldırdı. ‘’ Bin dolar. Peki, kim iki bin diyecek? İki bin… Evet, üç bin… Satıyorum, satıyorum, sattım! ‘’ İnsanlar coşkuyla alkışlıyorlardı. Ama bazıları ağlıyordu: ‘’ Ne oldu da değeri değişti, anlamadık! ‘’ Hemen yanıt geldi: ‘’ Bir ustanın eli değdi! ‘’
Dünyada uyumsuz, hırpalanmış ve yaralanmış bir yaşam süren birçok kişi, tıpkı bu keman gibi, düşüncesiz bir kalabalığa ucuza satılma durumuyla karşılaşır. Bir kâse çorba, bir bardak şarap, bir oyun… Ve böyle sürüp giderler.
Satılmasına az kaldı, satılıyor ve neredeyse satıldı! Ama Usta duruma el koyar ve beyinsiz kalabalık, ne ilhamın anlamını ne de bir Usta’nın dokunuşunun yarattığı değişimi tam olarak anlayabilir.
Myra B. Welch
 
 
 

20 Kasım 2015 Cuma

Bağışlamaya Karar Verin…

Bağışlamayı seçin, çünkü darılmak kötüdür.
Darılmak zehirlidir;  kişiyi zayıflatıp yutar.
Bağışlayan, gülümseyen ilk siz olun, ilk adımı siz atın; insan kardeşinizin yüzünde beliren mutluluğu görürsünüz. Her zaman ilk olun; başkalarının bağışlanmasını beklemeyin. Çünkü bağışlayarak yazgının hakimi, yaşamın mimarı ve mucizelerin yaratıcısı olursunuz. Bağışlamak, yaşamın en üstün ve en güzel şeklidir. Karşılığında sonsuz huzur ve mutluluk elde edersiniz. İşte, tamamen bağışlayıcı bir yüreğe sahip olma programı:
Pazar: Kendinizi bağışlayın.
Pazartesi: Ailenizi bağışlayın.
Salı: Dostlarınızı ve çalışma arkadaşlarınızı bağışlayın.
Çarşamba: Ülkenizdeki ekonomik rakiplerinizi bağışlayın.
Perşembe: Ülkenizdeki kültürel rakiplerinizi bağışlayın.
Cuma: Ülkenizdeki politik rakiplerinizi bağışlayın.
Cumartesi: Tüm ulusları bağışlayın.
Yalnız yürekli olan, bağışlamayı bilir.
Bir korkak asla bağışlamaz.
Bağışlama onun doğasında yoktur.
Robert Muller
 
Bağışlama, menekşenin, kendini ezen topuğa anında bulaşan güzel kokusudur.
George Roemisch
 
 
 
 

18 Kasım 2015 Çarşamba

Yanık Tost…


Çoğu kadın gibi Teri Hatcher da hayat hakkında ilk şeyleri annesinden öğrendi. Ve çoğu kadın gibi annesinin de, düşündüğü son kişi kendisiydi. Yaptığı tostlardan biri fazla yanmışsa, en iyisini başkasına verir, yanık tostu kendisine ayırırdı. Bu hareket bir sevgi gösterisi olsa da, öğrenilmemesi imkânsız bir ders veriyordu: Kendi tatmininiz bir tost etmez.

Teri Hatcher’in bir 10 yıl daha, kendisini bir sonraki faciaya hazırlanmaması gerektiğini öğrenmesi, bir boşanmaya, bekâr ve çocuklu bir kadın haline gelmesine, kötü sevgililere, ertelenmiş bir kariyere ve hiç unutamayacağı 40’ncı doğum gününe mal oldu. Tatmin olmak ve kendini sevmek hiçbir zaman çantada keklik değildir, ama mutlu bir hayatın olmazsa olmazlarındandır. Teri Hatcher, kalbi ısıtan, eğlenceli, dokunaklı ve bu felsefeni ilham erici bir manifestosu olan Yanık Tost’ta diğer kadınların da yanık tostu yemesin önlemeyi ve kendilerini dışarı açmazlarsa hiçbir zaman ikinci bir şansı elde edemeyeceklerini anlatıyor.

Tüm zayıf tarafları, başarısı ve açık sözlülüğü ile ( Beyaz Atlı Prens’i buzdolabından aramasından, kızının doktorundan daha çok dışarı çıkması gerektiğini duyana kadar ) Yanık Tost, günlük keşmekeş sırasında ilham verici bir hayata sahip olmak için zorluklar çeken ve başarıya ulaşan bir kadının eğlenceli, sıcak ve dokunaklı bir portresini çiziyor.

Eğer başkaları için sizin iyi olan bir şeylerden vazgeçtiyseniz, bir daha seks yapamayacağınızı düşünüyorsanız, her zaman bir işte başarılı olmak yerine, önce çuvallayacağınızı düşünüyorsanız, yanık tostu yediniz demektir. O halde Teri Hatcher’in size söyleyecek bir çift lafı var…

Kızarmış tost. Ne kadar çabalarsanız, hiçbir zaman kusursuz olmaz. Ya h,iç kızarmaz ya da yanar. Ekmeğin üzerindeki yanıkları bıçakla kazıyanlardan mısınız, yoksa üzerine reçel sürüp yanık tadını saklayanlardan mı? Yanık tostu atar mısınız, yoksa hiçbir şey olmamış gibi yer misiniz?
Bugüne kadar ben yanık tostu yedim. Bunu annemden öğrendim. O herkesi ve her şeyi kendinden fazla önemserdi. Annemin verdiği ‘’ kendini feda etme’’ mesajı bir çocuk için fazla karmaşıktı. O, bana bir kadının her zaman en kötüsünü beklemesi gerektiğini ve bol yağlı bir tosta sahip olduysam, bunun için bir yerlerde başka insanların o tost için acı çektiğini öğretti.
Sonunda 40 yaşıma geldim. Hayatımın bundan sonrasını da böyle mi geçirmek istiyordum. Cevap Tabi ki hayırdı. En zoru değişmek için, yanık tostu yememem gerektiğini anlamak oldu. Başarısızlığı aklıma bile getirmemeliydim. İyi şeyleri hak etmediğime inanmayı bırakmalıydım. Ve bıktım da. Artık böyle düşünmek istemiyordum. Hiç kimsenin böyle düşünmesini istemiyordum.
Bu kitabı bunun için yazdım. Bu kitap benim mutluluğa yaptığım ciddi, çılgın ve dokunaklı yolculuğu diğer insanlarla da paylaşmak istedim.

Çarpık, kendini aşağılayıcı, ev, ebeveynlik üzerine akıl veren ve dedikoduları yalanlayan Teri Hatcher’in, akıl ve bilgelik dolu tek ciltlik ansiklopedisi. Esprili ve mütevazı… Bu kitabı okumak, kendi sorunlarını çözmenin yolunu bulmuş olan seksi ve göz alıcı kız arkadaşınızla konuşmaya benziyor…
Leslie Bennnetts, Vanity Fair

Bakalım Yanık Tostun içinde benimde hayatımda yemiş olduğum yanık tostlar hakkında ne gibi şeyler öğreneceğim diyerek başladım bu kitabı okumaya.
Kitabı genel olarak sevdim.
Bir kadın kendi hayatını, hayatında ki hatalarını tüm çıplaklığı ile paylaştığı bir kitap.
Ders verme amacı yok.
Sadece kendi yaşamını anlatıyor ve hatalarını açık açık anlatıyor.
Anneliğini, yalnız bir kadın olmasını ve sinema sanatçısı olması nedeniyle insanların ondan beklediği mükemmel kadın arasında yaptığı yolculuğu…
Kitap bir Amerikalı aktris tarafından yazıldığı için bakış açısı ve değer yargıları bizden çok farklı ama bazı şeyler o kadar benziyor ki… Galiba annelik duygusu dünyanın her yerinde aynı.
Zaman geçirmek ve kırk yaşında ki bir kadının hayatını analiz etmesini okumak istiyorsanız tavsiye edebilirim.

Bu arada şunuda belirtmek isterim, ben bu kitabı Kiler Kitap İndiriminden 2 TL ye aldım.
Kitapların değerini fiyat etiketi ile kesinlikle değerlendirmesem de, bu fiyata kesinlikle kaçırılmaması gereken bir kitap.

Kitaptan bir bölümü sizlerle paylaşarak yazımı bitiriyorum.
Sevgiler…

Kendinizi korumanın yolunu bulmalısınız. Başkalarıyla ilgilendiğiniz kadar kendinize de özen göstermelisiniz. Dolu dolu yaşamalısınız. Yoksa yanık tostu yersiniz. Hak ettiğinizden daha azına razı olmanın üç kötü sonucu vardır. Birincisi, çocuklarınıza yanlış mesaj verirsiniz. Onları yanlış eğitmiş, günün birinde aynı sizin yaptığınız gibi kendi özel ihtiyaçları ötelemeyi öğretmiş olursunuz. Bu böyledir, şimdi çok bencil olurlar, büyüyünce de kendilerini feda ederler. İkincisi, kendi özgüveninizi kaybedersiniz. Sürekli kendinizi inkâr edersiniz, kendi kendinizden hoşnut olmamasınız. Son olarak da, sürekli kendinizi feda ederseniz, çocuklarınız sizin de rahatlama ve tatmin hakkınız olduğunu öğrenemezler. Ve, ya onların sizinle ilgilenmeleri gereken dönemler geldiğinde, onlar sizi ziyaret etmek yerine dijital tombala oyunlarıyla baş başa bırakırlarsa?

16 Kasım 2015 Pazartesi

Kendi İlham Kaynağınız Olmak İçin…

Başarının asıl sırrı coşkudur. Evet, burada, heyecanı da aşan coşkudan söz ediyorum.
İnsanları coşkulu görmek istiyorum ben.
Çünkü coşkulu olduklarında başarı destanları yazabilirler.
Coşkuluysanız her engeli aşabilirsiniz.
Coşku, gözünüzdeki ışıltı, yürüyüşünüzde ki salınım, elinizin kavrayışı, arzunuzun karşı konulmaz yükselişi ve yeni düşünceler üretme enerjinizdir.
Coşkulu kişiler büyük savaşçılardır.
Azimlidirler ve sarsılmaz değeri vardır.
Tüm gelişmelerin temelinde coşku yatar.
Coşku olduğunda başarı muhakkak gelir.
Coşkunun yokluğunda ise ancak mazeret vardır.
Walter Chrysler
 
Coşku, zekâdan daha önemlidir.
Albert Einstein
 
 
 

12 Kasım 2015 Perşembe

Thomas Jefferson'ın Davranış İlkeleri…

Bugünün işini asla yarına bırakma.
Kendin yapabileceğin bir şeyde kimseyi rahatsız etme.
Sahip olmadan asla para harcama.
İstemediğin bir şeyi sırf ucuz olduğu için satın alma.
Gururun bedeli; susuzluk, açlık ve soğuğun bedelinden daha ağırdır.
Genelde az yemekten dolayı pişmanlık duymayız.
Kişinin kendi iradesiyle yaptığı şeylerden bela gelmez.
Gizli kötülüklerin bize zarar vermesi çok zordur.
Her şeyi kendi akışı içinde ele alın.
Anlaşmazlıkları önemek için, özgür düşünün ve insanları buna teşvik edin.
Öfkelendiğinizde, konuşlamadan önce 10’a kadar sayın.
Çok öfkelendiyseniz 100’ e kadar sayın.
Thomas Jefferson.
 
 
 

10 Kasım 2015 Salı

Maun Süresi Böyle Buyurdu… ( Din Maskeli Zulme Tanrı’nın Vuruşu)

 
Biliyorsunuz bu kitap blogunu yeni açtım ve okuduğum hangi kitapları paylaşacağım veya paylaşmayacağım konusunda, daha doğrusu paylaşımlarımın nasıl olacağını, ne yönde bir rota izlemem konusunda tam bir fikir oluşturmuş değilim.
Ben her konuda kitap okuyan ki sadece kitap değil süreli yayın kapsamında da birçok dergi okuyan biriyim. Ama blog paylaşımlarımda bir elem yapmalı mıyım, özellikle siyasi ve dini yayınlarda… Tam karar veremedim. Ama bu kitapta geçen bu cümle beni şu an bu yazıyı sizlerle yazma ve bu kitap ekseninde bazı şeyleri sizlerle paylaşmaya itti.
O camileri dolduran aldatlmış kitlelere Maun gerçeğini birilerinin anlatması lazım. Anlatmayanlar, kamu malı talanına fiilen bulaşmamış olsalar da kurtulmazlar. Çünkü bilen bildiğini anlatmadığı takdirde, zulme iştirakten hesaba çekilecektir.
Kur’an vicdanı bize şunu öğretmiştir: ‘’ Ben şerde pasifim, şerre yönelik hiçbir faaliyetim yok’’ demek kurtuluş için yeterli değildir. Kurtuluş, ‘’ Ben hayırda aktifim’’ diyebilen benliklerin hakkı olacaktır. O benlikler bugünkü İslam Dünyasında yok denecek kadar azdır.
İşte bu sözler, kitap okurken bu kitabı blogda paylaşsa mı, sorusuna Evet paylaşacağım dememe neden oldu. Benim de bu konuda yapabileceğim birçok şeyin olduğunu biliyorum, ama bunların içinde bir blogger olarak boynumun borcu olan bu paylaşımı yapmasam olmazdı.  Neyin neye vesile olacağını bilemeyiz. Belki bu paylaşım bir kişinin bu kitabı okumasına vesile olur… Oradan da Kur’ana giden yolla… Bilemeyiz…
 
Önce kitap tanıtımında yazanlar sizlerle paylaşayım.
Bu kitap, şu altı soruya Kur’an’ın verdiği cevapları günden yapmaktadır:
1.       Kamunun haklarını, halkın malını yiyenlerin din açısından durumları nedir?
2.       Halkı soymayı kolaylaştırmak için dini, namazı- niyazı araç yapanların din açısından durumları nedir?
3.       İbadetlerine riya bulaştıranların din açısından durumları nedir?
4.       Kitleler, ne dediğini anlamadan ibadet etmeye zorlayanların din açısından durumları nedir?
5.       İlk dört soru bağlamında Türkiye’nin durumu nedir?
6.       İlk dört soru bağlamında dünyanın durumu nedir?
 
Olmak ya da olmamak noktasını belirleyen sorulardır bunlar. Genelde dünyanın, özel olarak da Türk milletinin, cevabını aramakta birkaç asır geciktiği sorulardır bunlar. Genelde insanlıktan, özel olarak da Müslüman halklardan asırlardır saklanan sorulardır bunlar. Kur’an’daki cevaplarının üstü örtülen sorulardır bunlar.
Bu kitap, genelde dünya düşünce tarihinde, özel olarak da İslam düşünce tarihinde, bu soruların Kur’ansal cevaplarını açık bir biçimde veren ilk kitaptır.
Bu kitabı okumadan İslam’dan söz etmek, öyle sanıyoruz ki, küresel kapitalizm ve emperyalizmin hizmetine uyarlanmış ‘‘ Ilımlı İslam’’ adlı sömürge dininden söz etmenin ötesine geçemeyecektir.
Kitap hakkında tek bir cümle ile yorumda bulunmam gerekirse, kendime çok rahatlıkla şunu diyebilirim; Dilek bu kitabı okumak için niye bu kadar geç kaldım.
Maun süresi ışığında, sürenin yanı sıra Kur’anı, Kur’an ın temel felsefesini, peygamberin tutumunu ve devrin olaylarına bunun yansımasını ve günümüzdeki karşılıklarını o kadar akıcı ve anlaşılabilir bir düzeyde anlatıyor ki bunu burada detaylandırmamın imkânı yok. Ancak alıp okumalısınız. Ki günümüzün en önemli sorunlarında olan Maun süresi ihlallerini görüp, bunun karşısında safınızı belirleyin.
Biliyorsunuz, ben kitaplarımın çoğunu kütüphaneden alıp okuyorum. Bu kitabı da kütüphaneden aldığım için haliyle daha önce birileri tarafından okunmuştu. İşte okuyan biri bu notu yazmış kitaba. Paylaşmadan edemedim. Kitabı okurken beni oldukça güldüren bir şeydi bu.
 Yazıya son vermeden bu kitabı okumak isteyenlere kitabın, daha doğrusu yazarının bir uyarısı var. Bende bunu sizlerle paylaşıp yazımı bitiriyorum.
Uyarı:
Tanrı’yla, dinin gerçeği ile hukukla, vicdanla yüzleşmek istemeyenler bu kitabı okumasınlar!Çünkü bu kitap, gerçeklerle yüzleşmekten kaçanlara ‘’Ilımlı İslam’’ adlı sömürge dinini gerçek İslam zannedenlerin tüm dayanaklarını, şiddetli bir Kur’an vuruşuyla paramparça etmektedir.
 
 

2 Kasım 2015 Pazartesi

İmamlar ve Haramiler Medyası…


Usta gazeteci-yazar Sabahattin Önkibar, Türkiye’nin yakın tarihinden başlayarak günümüze uzanıyor ve medya-politika ilişkilerine dair sarsıcı, şaşırtıcı gerçekleri ifşa ediyor.
İmamlar ve haramiler medyası, net bir ‘’ çöküş’’ manzarası sunuyor.

‘’ Medyaya zifiri bir karanlık çökmüş durumdadır ’’  diyen Önkibar, yalnızca yozlaşan gazetecilerin değil, her şeye rağmen direnenlerin, satın alınamayanların da portrelerini çiziyor. AKP öncesi ve sonrasında çarpıcı kesitler aktaran kitap, medya üzerindeki baskının boyutlarını gözler önüne seriyor. Erol Simavi’den Aydın Doğan’a, Kemal Ilıcak’tan Asil Nadir’e, Cem Uzan’dan Dinç Bilgin’e, Turgay Ciner’den Ethem Sancak’a açılan yelpazede medya tarihi yeniden yazılıyor.
  • Burnundan soluyan Turgut Özal ve ilk ‘’ havuz medyası ’’
  • ‘’ Vehbi Koç’un gayrimeşru oğlu ‘’ denilen medya patronu
  • Erol Simavi neden İsviçre’ye kaçtı?
  • İhlas Grubu ve Recep Tayyip Erdoğan
  • Sabah- Atv grubunun gerçek satış öyküsü
  • MedyadaKİ MİT’çiler
  • Cumhuriyet’i tefriş eden ünlü gazetecinin amacı neydi?
  • Cemaat medyasının lejyonerleri
  • Türk Silahlı Kuvvetleri ve medya

Blogumda okuduğum kitaplar hakkında yorumlarımı paylaşmaya karar verdiğimde okuduğum her kitabı mı yoksa bazı kitaplarımı paylaşacağımı tam anlamı ile karar vermemiştim. Özellikle içeriğinde siyasi unsurlar olan kitaplar hakkındaki yorumlarımı yazıp yazmamakta karasızdım.
Ancak okuduğum bu kitabı sizlerle paylaşmam olmazdı…

Kitabı bir gecede bittirdim, kitap içeriği o kadar ilgimi çekti ki kitabın sonuna nasıl geldiğimi anlamadım. Kitap tanıtımında yazanların yanında yazmayan da o kadar ilginç öyküler, gerçek öyküler, var ki kitapta elimden bırakmak mümkün olmadı.
Ve böylece bu kitabı blogumda sizlerle paylaşmak istedim. Çünkü bir kişinin bile bu kitabı okumasına vesile olmak benim için büyük bir mutluluk kaynağı olur.
Medyamızın dünü bugününü merak eden kim varsa bu kitap kütüphanesinde bir kaynak kitap olarak yer almalı bence.

Bu kitap hakkında ki yazımı sonlandırırken, kitap içeriği hakkında daha fazla detaylı bilgi vermiyorum kitabı okuyacakların ilgisini azaltmamak adına , kitabın son paragrafını sizlerle paylaşmak istiyorum. Bence her şeyin özeti olan paragrafla…

Görseli, yazılısı, sanalı tüm medya dünyamız bugün artık tükenişi yaşıyor. Pek çok kurum misali, medya da görünürde var ama gerçekte yoktur.

Sevgiler…


30 Ekim 2015 Cuma

Söylemeyeceğine Söz Ver…


Bu unutulmaz güzellikteki romanda, bir kadın geçmişi ve geleceği karşı karşıya gelerek beklenmedik sonuçlara yol açıyor.
Jennifer Mcmahon’un sıra dışı romanı Söylemeyeceğine Söz Ver arkadaşlık, aile, bağlılık ve ihanet üzerine yazılmış, derin iç görüsü ve güzelce örülmüş geçmişiyle unutulmaz ve gerilim dolu bir kitap.Bir cinayet romanından çok daha fazlası.
Kırık bir yaşındaki okul hemşiresi, Alzheimer hastası olan annesi ile ilgilenmek için kırsaldaki evine dönmüştür. Geldiği ilk gece bir cinayet olur ve küçük bir kız öldürülür. Bu olay, kadının çocukluğunda yaşanan bir başka cinayete esrarengiz biçimde benzemektedir. Sınıf arkadaşları tarafından ‘’ Patates Kız ‘’ denilerek alay edilen ve dışlanan yoksul arkadaşı Del ‘ de otuz yıl önce aynı şekilde öldürülmüştü. Del’ in katili asla bulunamamış, o günden sonra küçük kız, hayalet hikâyeleri ve efsanelerle ölümsüzleşmiştir.
Şimdi, yeni cinayetin soruşturması kahramanımızı karşı konulmaz bir şekilde içine çekerken, geçmiş ve gelecek korkunç, beklemedik bir şekilde bir araya geliyor. Çünkü hiçbir şey göründüğü gibi değil…
Ve gençliğinin hayaletleri unutulmaktan çok uzak.

Bu kitaba bayıldım. Eğlendim, korktum ve bitene kadar onun esiri oldum. Elimden bırakamadım.
Sara Gran

İyi kurgulanmış, sürükleyici ve eğlenceli.
Kirkus Reviews

Karanlık ve merak uyandırıcı bu kitabı okuduktan sonra, Patates Kzı’ın peşinizde olup olmadığına bakmak için arkanıza bakacaksınız.
Sara Gruen

Bir hayalet hikâyesi, polisiye ve büyümek üzere bir masal, bu kitap sizi yetişkinlerin arkadaşlık, ihanet ve cinayetle dolu çarpık dünyasına götürüyor. Jennifer Mcmahon’un bu heyecan dolu kitabı, bir sonrakini hevesle beklemenizi sağlıyor.
Pam Lewis
 
Kitabı bir tatil gününde başlayıp bitirdim dersem başka bir söz söylememe gerek kalmaz her halde kitabın anlatım tarzı ve hikâyenin sürükleyici hakkında.
Söylemeyeceğine söz ver’ de hikâye olayın geçtiği 1971 yılında ki hikâye ve günümüz olan 2002 yılındaki hikâye olarak üzere geçmiş ve gelecek arasında sürekli bir dönüşüm olacak şekilde anlatılmış. Bu dönüşümlü anlatım tarzı da hikâyenin heyecanını daha artırdığını düşünüyorum, yani en azından ben böyle anlatımları seviyorum.
Hikâyede bir cinayet olayı olsa da, esas olay bu cinayetten daha ziyade de cinayete giden süreç, insanların açımsızlığıdaha ön planda anlatılmış. Ki burada Patates Kız’ın yalnızlığı beni oldukça etkiledi. Belki de bizim en azından benim çevremde gördüğüm bu dışlayıcı tutumlara yabancı olmamam, birçok kez şahit olmam bundan etkilenmeme yol açtı.

Hikâyede ki bir bölümü burada paylaşmak istiyorum…

O ise bizim elmadan ziyade soğana benzediğimizi ve ikimizin de katmanlı olduğunu söyledi. İnsanlar baktıklarında kirli dış tarafımızı görürlerdi, o kadar.

Belki de bizde insanları soğan gibi görüyoruz, sadece dış yüzeylerini… İçine bakmayı hiç bilemiyoruz.
Bu kadar iç gözlem yeter, kitaba dönelim değil mi?
Yoksa bu konu çoook uzar, ki belki bir gün bu uzun konuda yazarım. Bir şeyler paylaşırız beraber…

Kitaba iki konuda eleştiri getirebilirim. Kitap Kate’nin hikâyesi olsa da ve Kate’yi gayet akıcı bir şekilde işlese de yan karakterlerde biraz zayıf kalmıştı. Çünkü yan karakterlerde de oldukça ilginç olabilecek kişilikler olmasına karşın bu kişilerin betimlemeleri daha iyi olabilirdi. Ayrıca kitabın son bölümünde ki anlatım tarzı kitabın finaline uygun olmadığı kanaatindeyim. Çünkü kitap Kate tarafından; çocukluğundaki olayları anlattığı 1971 yılını, hem de günümüzdeki, yani 2002 yılında ki olayları, hisselerini kendi ağzından anlatırken, son bölümünde hikâye anlatıcısı bilinmeyen bir üçüncü kişi tarafından anlatılarak bitirtilmesi anlatım tarzı bakımından devamlılık sorunu oluşmasına yol açılıştı. En azından benim için böyleydi…

Kitabı okumamış olanlar için konu hakkında, tanıtımda yazandan daha fazla bilgi vermeyi istemediğim için bu konuda yorum yapmıyorum. Biliyorsunuz!

Ama genel olarak kitap hakkındaki yorumum ise oldukça sürükleyici bir hikâyesi olan bu kitabı okur iken pişman olacağınızı düşünmüyorum.

Peki, siz bu kitabı okumuş muydunuz?
Yorumlarınızı benimle paylaşır mısınız?
Sevgiler…









26 Ekim 2015 Pazartesi

İçindeki Devi Uyandır…


Zihinsel, duygusal, fiziksel ve parasal kaderinin kontrolünü hiç gecikmeden eline al!

Şaşırtıcı bir inanırlık… Her sayfası, iyi araştırılmış ve hemen kullanılabilecek pratik yönetmelerle dolu… Düşünce ve duygularınızın konsantrasyonuyla amaçlarınıza ulaşmanızı mümkün kılan bir kitap!
Success Dergisi

Kitap tanıtımın da yazanlar bu kadardı.
Ama bu kadarı bile benim dikkatimi çekmeye yetmişti.
Kitap hakkındaki internet araştırmalarımda okuyucu yorumları da olunca kütüphaneye yaptığım olağan kitap ziyaretimin kararı İçindeki Devi Uyandır oldu.

Bu değdim yaklaşık olarak dört hafta önce olan bir karardı ve geri verme süresi yaklaşmamış olmasa daha hala okumaya devam edeceğim bir kitaptı, elimde tabiri caiz ise resmen süründü. Yani kitaptaki anlatım hiç akıcı değildi.
Kişisel gelişim kitapları benim için yeni bir kitap türü olsa da, bu konuda ki eksikliğimi gidermek için yoğun bir çaba içindeyim. İşte bu çabanın sonucu okumayı seçtiğim bu kitabı nedense pek sevemedim, daha doğrusu benim kişisel gelişim yolculuğuma bir katkısı olduğunu genel olarak düşünmesem de bazı ufak noktalarda dikkatimi çekti. Ama anlatımdaki yoğunluk benim için okumayı zorlaştırıcı oldu, özelikle yazarın Amerikalı olması ve kitabında verdiği referansları da buna göre vermesi bende bazı şeylerin havada kalmasına yol açtı.

Kitapta yazarın verdiği konferansları, daha önce yazdığı kitaplara bolca gönderme yapması da beni rahatsız etti. Konuyu detaylandırmak yerine diğer kitabı okuyun demek bence biraz fazla kolaycılık olmuştu.

Benim kitap okuma yolculuğumdaki, özellikle kişisel gelişim kitapları kategorisinde, bir ana durak olmayan bu kitapta ufak mola verilen bir nokta olarak yerini aldı.
Aşağıda ki yazıyı kitapta okuduğum zaman çok sevdim ve sizler ile de paylaşmak istedim. 

İyimserler Kulübü Düsturu olarak adlandırılan bu yazıda yazanları günümüz şartlarında uygulamak zaman zaman zor hatta çok zor olsa da en azından denemeye değer…

Güçlü olmaya ve hiçbir şeyin huzurunuzu bozmasına izin vermemeye;
Her karşılaştığınız insanla sağlıklı, mutluluk ve varlık konusunda konuşmaya;
Tüm dostlarınıza kendilerini değerli hissettirmeye;
Her şeyin güneşli tarafına bakmaya ve iyimserliğinizi göstermeye;
Hep en iyi şeyleri düşünmeye, en iyi şeyler için çalışmaya ve en iyi şeyleri beklemeye;
Başkalarının başarısı için de kendi başarınız için olduğu kadar heves göstermeye;
Geçmişin hatalarını unutup gelecekte daha büyük başarılara doğru gitmeye;
He zaman neşeli bir yüzle dolaşıp her karşılaştığınız yaratığa gülümseye;
Kendinizi geliştirmeye çok zaman ayırdığınız için başkalarını eleştirecek zaman bulamamaya;
Kaygılanmayacak kadar büyük, kızmayacak kadar soylu, korkmayacak kadar güçlü, üzülmeyecek kadar mutlu olmaya;
Kendi kendinize söz verin.

Benim bu kitap hakkında ki yorumlarım kısaca böyle.
Peki, siz bu kitabı okudunuz mu?
Yorumlarınızı benimle de paylaşır mısınız?
Sevgiler…






23 Ekim 2015 Cuma

Kızıl Nehir…



Hayatını şekillendiren her şey nehrin kenarında oldu…
Şimdi nehrin kıyılarından yalan, ihtiras, utanç ve cinayet izleri var…
Adam Chase sekiz yaşındayken hiçbir çocuğun kaldıramayacağı bir olay yaşadı. Yıllarca kurtulamadığı bu travma onu daha da tutkulu ve mücadeleci hale getirirken yanlış anlaşılmaları da peşinden sürükledi. İşlemediği bir cinayetten ötürü evini, yaşadığı yeri terk etmek zorunda bırakıldı. Ortadan kaybolduğu beş yıl boyunca New Yok’un karanlık yüzü ile tanıştı. Şimdi evine geri döndü ve nedenini kimse bilmiyor, ne ailesi ne de polis, hatta arkasında bıraktığı düşmanları bile. Ama onun nedenleri vardı.

Arka arkaya işlenen iki yeni cinayet tüm kasaba halkını tekrar ona karşı ayaklandırdı. Şimdi Adam yalnızca masumiyetini kanıtlamak için değil aynı zamanda hayatını geri kazanmak için de tozlu raflardaki gerçekleri gün ışığına çıkartmak zorunda.
John Hart, karakterlerini gerçeğe en yakın şekilde kurgulayarak onların gizli dünyalarına iniyor. Sırlar gün ışığına çıkıyor, bastırılmış duygular vücut buluyor. Kızın Nehrin son sayfasını çevirdikten sonra bile uzun süre etkisinden kurtulamayacaksınız.

Kızın Nehir bir gerilim romanının aynı zamanda ne kadar dokunaklı yazılabileceğini kanıtlıyor.
Publishers Weekly

Duyguların derinliklerine inen olağanüstü bir roman.
Booklist

Hart, karakter tahlillerinde bir ressam sanatındaki ustalığa sahip.
Boston Globe

Gerilim romanları benim için yeni bir tür olsa da bu sıralardaki favori roman türü olmayı başardı benim için.
O sebeple bu romanı da büyük bir hevesle kütüphaneden aldım.
Yazarın kitaplarını daha önce hiç okumadığım için benim için tamamıyla yeni bir kitap olacaktı Kızıl Nehir.

Öncelikle şunu söyleyeyim kitabı iki gün içinde bittirdim, yani oldukça sürükleyici bir kitaptı.
Bunu rahatlıkla söyleyebilirim.

Kitabı genel olarak sevsem de, kitabın tanıtımında yazan ile kitap içeriği arasında bazı farklıklılar olduğunu söylemek zorundayım. Kahramanın sekiz yaşında yaşadığı travmatik olayı, kitabın ilk elli sayfasında kadar öğrenemiyoruz ve bu trajik olayın anlatılması oldukça yüzeysel olduğu kaanatindeym, duygu yoğunluğu daha fazla olabilirdi bence. New York’un karanlık yüzleri ve yaşadıkları ise hiç detaylandırılmamış. Sadece kahramanımızın orada yaşadığını anlatıyor kitap, yaşadıklarını değil.

Kitabın ile tanıtım arasındaki farklar olmasına rağmen kitaptaki hikâye, olay örgüsü bakımından ortalamanın üstüne olan zaman değerlendirmek için rahatlıkla önerebileceğim bir kitaptı.
Yalnız kitap içeriği ile bir konuyu yazmasan bence yazım eksik olur.Kitabın ana kadın karakterlerinden olan Grace ile Adam arasında olan, özellikle Gracenin Adama karşı duyduğu aşk, özellikle cinsel çekimi ile hikâyenin bağlandığı nokta beni rahatsız etti. Hikâyenin sonu ile karşılaştırdığımda bu cinsellik öğesini çok gereksiz buldum. Eğer kitabı okumak isterseniz hevesiniz kaçmasın diye detaylar hakkında yorum yapmak istemiyorum.

Benim kitap hakkındaki görüşlerim bunlar.
Peki, siz bu kitabı okumuş muydunuz?
Yorumunuzu benimle paylaşır mısınız?
Sevgiler…



19 Ekim 2015 Pazartesi

Charlotte Bronte’nin Gizli Maceraları; Aşk Peşinde…


Yayıncısı tarafından sözleşmesine uymamakla suçlanan Charlotte Bronte, kız kardeşi Anne’i de alarak bu yanlış anlaşmayı düzletmek üzere Londra’ya doğru yola çıkar. Yaşadıkları maceralar ve Charlotte’un tanıklık ettiği cinayet sonrasında bütün Brönte ailesi kendilerini tehlikenin içinde bulur. Dünya’nın temellerini kökünden sarsmak isteyen gözü dönmüş bir katilin peşinde düşen Chartlotte, bu yolculuğu sırasında bir aşka da yelken açar.
Ve bu sırada hayatı baştan sona değişir.

Dönemin katı ahlak anlayışının gölgesindeki gönül ilişkilerini, zengin iç dünyasıyla kaleme alan Charlotte Bronte’yee her zaman hayalini kurduğu o macera dolu yaşamı bu romanla tatırmak istedim.Kitabım, aşkın ve tutkunun bu ölümsüz yazarına yürekten övgülerimi yansıtan bir hediyemdir.
Laura J. Rowland

Macera dolu hayatıyla sevdiği insanın peşinde tehlikeden tehlikeye savrulan Cahrlotte, tam manasıyla zamanımızın kahramanı… Aşkı için kıyasıya bir mücadele veren Charlotte, tüm romantik karakterlere ilham kaynağı olacak.
New Oreans Times

Kitap okumak için hafta sonu gibi bir zamanı seçtiğimde, okuduğum kitabın basit bir anlatımı olması, sürükleyici bir hava içinde yazılmış olup beni haftanın yorgunluğundan, özellikle de zihinsel yorgunluğumdan uzaklaştırmasını isterim. Hatta bir bayan olarak da içinde biraz aşk olursa da fena olmaz derim. Romantizm mi hiç olmazsa itaplarda yaşayalım değil mi?

İşte tüm bunların birleşimiydi benim kütüphaneden hafta sonu okumak için seçtiğim bu kitap.
İlk öncelikle kitap hakkında söylemek istediğim; Kitap başlığı Aşk Peşinde olsa da kitapta yoğun bir aşk yok, sadece arka planda olan ve çoğunlukla kadın kahramanın platonik olarak yaşadığı bir aşk var. Ama hikâyenin ana konusu bu değil. Daha ziyade bir cinayet peşinde geçen bir macera romanı olduğunu özellikle belirtmeliyim.

Hikâye benim gözümde üç ayrı bölümden oluşuyor, kahramanın yayıncısı ile tanışması için Londra’ya gitmesi ve yayıncısı ile yaşadıkları ve bu sırada tanık olduğu cinayetin olduğu ilk kısım, cinayet işlenmesi ve bunun getirdiği olaylar olduğu bölüm ve nihayetinde cinayeti işleyenin bulunduğu, bu kişinin yakalanması ile ilgili bölüm. Buradaki sorun bu üç bölümün birbiri ile alakası olamaması yani hikâyede devam sorunu vardı benim gözümde.

Charlotte Bronte’nin ailesi hakkındaki arka plandaki hikayelere ise pek fazla önem verilmemiş, özellikle Emily’nin hikayesi bence çok daha güzel ve etkili bir şekilde anlatılabilirdi.
Kitabın dili hakkında fikrimi söylemek gerekirse oldukça akıcıydı okunurken sıkıldığımı söyleyemem. Ama hikâyenin konusu beni tatmin etmedi. Sonuç olarak benim için vasat diyebileceğim bu kitap tavsiye ediyorum diyemeyeceğim.
Sevgiler…