24 Şubat 2016 Çarşamba

Zengin Olmanın Kuralları…

Zenginlik için kişisel kılavuzunuz
Para… Zengin olmayı kim istemez? Hepimiz gizliden gizliye ( ya da açık açık )aranın saadet getireceğine inanırız.
Hayalideki evi satın almaya, asla parasızlık endişesi çekmemeye, istediği yere tatile gitmeye yetecek parası olmasını kim istemez?
Peki, varlıklı insanlar nasıl zengin olurlar? Şansları mı yaver gitmiştir, yoksa br bir bildikleri mi vardır? Evet, onlar ZENGİN OLMANIN KURALLARI’NI biliyorlar.
Uluslararası çoksatan Yaşamın Kuralları, Yönetimin Kuralları ve Çalışmanın Kuralları kitaplarının yazarı Richard Templar bu kez zengin olmanın yollarını göstermek üzere kolları sıvamış. Bu kitapta, servet yaratmaya götüren altın kurallarını kendine has mizah anlayışı içinde okurla paylaşıyor.
Zengin Olmanın Kuralları sizi bolluk içinde yaşatacak davranış kalıplarını, zihinsel yapıyı ve finansal bilgiyi analiz ediyor.
Bütün bunları keşfederek daha zengin biri olmaya hazır mısınız?
Ben hazır olduğumu düşünerek bu kitabı okudum. Şimdi sıra sizlere yorumlarımı paylaşmakta.
Öncelikle şunu söylemelim, bu yazıyı yazıp yazmamakta kararsızdım; Şöyle ki kitaba göre kitapta öğretilenleri paylaşmamalıyım, ama bu kitapta yazanla genel bir yol çizdiğine göre ve herkesin yolu kendine özel olacağına göre yazmamada sakınca yoktur diye düşündüm. Ama benden size bir tavsiye bu kitabı okursanız ve kendinize bir zenginlik yolu çizerseniz bunu pek paylaşmayın.
Yeni bir yolculuğa çıkmışken, yeni bir yöne giderken, aklınızdan geçenleri kendinize saklamanız yerinde olur.
Kitap beş bölümden oluşuyor. İlk bölüm zenginlik ve para üzerindeki kavramları, bizim onlara bakış acımızı anlatıyor. Ve genel kanının aksine zenginliğin kötü bir şey olmadığını anlatmaya çalışıyor. İkinci bölüm ise eylem çağrısı niteliğinde. Belki bu bölümde anlatılan birçok şeyi sizde benim gibi biliyorsunuz. Ama peki uyguluyor musunuz? İşte yazar atık bizi eylem için çağırıyor. Ve diğer bölümlerde zenginliği artırmak ve artık kazandığınız payı harcamak üzerine olan fikirlerini yazar bizlerle paylaşıyor.
Kitap hakkında genel bir tanıtım yaparken şunu da söylemeden geçemeyeceğim. Yazarın kitaptaki dili o kadar akıcı ve içten ki sanki karşınızda oturmuş ve karşılıklı sohbet ediyormuş havasında bir anlatım tarzı var.
Burada bir parantez açmak istediğim bir konu var, ben eslek olarak ekonomistim. O sebeple borsa, hisse senedi gibi şeylerden az biraz anlarım.Yazar kitapta hisse senedine yatırım yapmayı tavsiye edip bunun için yollar gösterse de ben bu fikirlerine Türkiye gibi borsası sığ olan bir ülke için geçeli olmadığı kanısındayım.Yazar İngiliz ve oradaki borsa derin bir borsa o sebeple küçük yatırımcı için bir alternatif oluşturabilir. Ama bizim borsamızı için ben bu kanaate olmadığım için hisse senedi konusunda daha fazla temkinli olmamız gerektiği kanısındayım. Kendim için ise hisse senedi yatırımı yapmam söz konusu bile olmaz.
Diğer konu ise yazarın kitapta sık sık vergi konsun da okuyucunun dikkatini çekmesi ve vergi ödemeleri konusun ihmal edilmemesi gerektiği konusunda önemli uyarılara bulunması. Bizim ülkemizde ki durumu söylemek için sanırım ekonomist olmaya gerek yok, ne dersiniz?
Kitaptan ben oldukça çok şey öğrendim.  Size de rahatlıkla tavsiye ederim, bu okunması çok rahat ve keyifli olan bu kitabı.
Peki, siz yazarın diğer kitaplarını okununuz mu?
Tavsiye eder misiniz?
Daha zengin olacağımız günlerde buluşmak üzere;
Sevgiler…
Kimsenin bize fırsat vereceği yoktur. Fırsatları kendimiz yaratırız, gider onları yakala ve sırtlarını yere yapıştırır, pes ettiririz, sopanın ucuna şeker bağlayarak sakladığı inden çıkarırız, peşinde düşüp iz sürerek elimize geçen kısmet silahı ile avlarız, teslim bayrağını çekene kadar peşini bırakmayız, ama onu bize kimse vermez.

18 Şubat 2016 Perşembe

Sabit Fikir Dergisi…


Edebiyat dergisi okuma alışkanlığıma nedense bilmem bir süredir ara vermiştim.
İşte bu araya Sabit Fikir Dergisi ile son verdim.
Ve dergiyi neden bu kadar geç keşfettiğime hayıflanarak.

Edebiyat dergilerini okumayı sevmemin esas nedeni bilmediğim bir çok yazar ve kitabı ben bu dergiler sayesinde keşfetmem ve daha sonra okumam olmuştu. Yoksa hiç haberim olmayan o kadar güzellikleri nasıl keşfedecektim?

Bu dergisinin bu sayısında ise;
Suç ve Cezanın 150 yaş gününü kutlayıp, Raskolnikov’u anmak ve ismi hakkındaki bilgiyi öğrenmek için neden bu kadar beklediğimi düşünmek,
Dostoveskiyi anmak, ve yazarın okumadığım romanı kalıp kalmadığını düşünmek,
Okuma listeme Son 100 Gün’ü eklemek,
Anna Kavan’ı neden bugüne kadar okumadığıma hayıflanmak,
Saka Kuşu Kitabını merak etmek,
Ve Asimov…
Aldığım notlardı.
Okudukça da sizlerle paylaşacağım notlar oldu bunlar.

Peki, sizin edebiyat  dergisi okur musunuz?
Hangisini?

Benimle görüşlerinizi ve tavsiyelerinizi paylaşmanızı sabırsızlıkla bekliyorum.
Sevgiler…



17 Şubat 2016 Çarşamba

Kızıl Kraliçe ...

Kuzen Kuzene Karşı
15. yy
İngiltere’nin Jeanne d’Arc’ı olmaya kararlı bir kadın, ülkenin kaderini baştan yazacaktı. Onun önünde krallar bile durduramadı
 
 Lancaster kırmızı güllerin varisi Margaret Beaufort, İngiltere tahtının gerçek sahibinin kendi ailesi olduğuna tüm benliğiyle inanıyordu. Ancak onu ve ailesini bekleyen ihtişamlı kaderin yolunu bizzat çizmesi gerekecekti.
Kuzeni Kral VI. Henry aklını yitirince, Margaret hayal kırıklığına uğradı. İçindeki kutsal cevheri fark edecek kimse kalmamıştı. Üstelik Margaret, Fransa’da, İngiltere’nin yüz karası olmuş, beceriksiz bir babanın kızıydı ve annesi, onu sevmediği bir adamla evlenmesi için Galler’in bir ucuna gönderiyordu.
Babası yaşında adamlarla evlenip genç yaşında dul kalan, daha ön dört yaşında anne olan bu genç kadın, yalnızlığından bir zafer yaratmaya ararlıydı.
Her bedeli ödemek pahasına, oğlunu İngiltere tahtına çıkarmayı kafasına koymuştu. Siyasi dengeler her gün değişirken, Margaret gözünü kırpmandan hain ittifaklar ve gizli planlarla yoluna devam etti.Atık yetişkin bir adam olan sürgündeki oğlu, kendi ordusunu toplayıp en büyük ödüle ulaşacağı günü beklerken, Margaret tarihin en büyük isyanlardan birine öncülük etti.
Entrika, tutku ve soğukkanlı hırslara dolu bu romanda, Philippa Gregory, tanrının isteği ile tarihi değiştirmek zorunda olduğuna inanan, güçlü ve gururlu bir kadının hikâyesini anlatıyor.
Mücadele, ihanet ve siyasi çekişmelerle dolu cüretkâr, renkli, unutulmaz bir roman… Gregory, tıpkı Margaret Beauford gibi, eşsiz enerjisi ve sarsılmaz anlatımıyla benzerlerinin arasından bir kez daha sıyrılıyor.
Publishefrs Weekly
 Kitap okuma serüvenimde bu tarz tarihi romanlar pek yoktur. Hatta bir zamanlar efsane olan, çevremdeki herkesin okuduğu Safiye Sultan serisini bile okumamıştım. Ama nedense bilinmez, o an ne düşündüm, ne hissetim, kütüphaneden bu kitabı okumak için seçip eve giderken buldum kendimi.
Kitabı genel olarak yorumlamam gerekirse; sevdim.
Dilli oldukça akıcı, hikâye akıcı bir şekilde, bir sonraki sayfada nelere olacak diye merakla sayfalarında yol alırken buluyorsunuz kendinizi. En azından ben öyle sayfalar arasında yol alırken bir bakmışım ki kitap bitmişti.
Birde benim dikkatimi çeken şey, bilirsiniz bizde lisede karşılaştırmalı tarih gösterilmez ki ben en son tarih dersimi lisede görmüştüm üniversite eğitimim başka bir alanda almıştım. O yüzden hikâyenin başladığı yıl olan 1453 de biz İstanbul’u Fethi etmek üzerinde iken aynı yıllarda İngiltere’nin içinde bulunduğu durumu okumak benim için ilginç olduğunu söylemeden geçemeyeceğim.
Birde ister Osmanlı tarihinde olsun, ister İngiltere veya şu an bilmediğim başka bir yerde kadınları ne kadar ülke yönetiminden uzak tutulmaya çalışılsa, ne kadar ikinci sınıf insan muamelesi olarak görülse de kadınların inanılmaz hırsları ile perde gerişinden bile olsa o ülke tarihine damga vurduğunu görmek benim için farklı bir bakış acısı oldu, o devir Avrupa saraylarında yaşananları gördüğümde.
Ve galiba o devirde kadın her yerde aynı bakış acısı ile görülüyordu. İter Asya, ister Avrupa… Her yerde kuluçka makinesi. Ama sonunda tarihi yazan, devre de adını verenler hep kadınlar oldu, onları bu tarz ikinci sınıf insan muamelesi gören kişiler değil. Tarihin diyalektiği bu olsa gerek.
Tarihi bu tarz kitaplardan öğrenilmeyeceğinin bilincinde olarak ama romanın içinde tarihi karakterler ve olayların olmasının zevkine vararak okudum bu kitabı.
Serinin diğer kitaplarını da en kısa zamanda okumayı planladığımı burada belirtmek isterim.
 
 

8 Şubat 2016 Pazartesi

Tübitak Bilim Ve Çocuk Dergisi…

 
Bugün size farklı bir dergi okuma maceramı, nüfus cizdanımda yazan yaşa hiç uyayan ancak içimdeki küçük çoçuğu çok mutlu eden bir maceraydı bu, anlatmak istiyorum.
Tübitak’ın Bilim ve Teknik dergisini özellikle lise yıllarımda çok okurdum. Ancak üniversitede sosyal bilimler alanında eğitim alınca bu dergi ile birlikte benim için oldukça heyecanlı ve merak uyandırıcı olan bilim alanındaki okuma macerama biraz ara verdim. Şimdi ise zaman zaman okuduğum bir dergi olsa da, eski devamlılığımı bir türlü tutturamadım maalesef.
Benim Tübitak dergileri ile olan bu geçmişim, tesadüf eseri bir arkadaşımda gördüğüm ve okuduğum Bilim Ve Çocuk Dergisi ile yeni bir boyut kazandı.
Dergiyi o kadar büyük bir zevkle okudum ki inanın bir çocuk dergisi okurken bu kadar mutlu olacağıma ben bile inanamadım.
Bir kere benim okuduğum derginin ana konusu Sanat Akımları ve bu akımların başlıca ressamlarıydı. Yani benim aşık olduğum bir dal olan resim. Sanat akımları hakkında yalın bir tanımlama yapımlı ki çocuklarda anlasın. Bende unuttuğum bazı akımları bu sayede hatırladım, aramızda kalırsın ama.
Birde enerji tasarrufu konusu var ki ağaç yaşken eğilir diyerek sadece çocuklar için değil bizim için bile faydalı bilgiler vermiş.
Bunun yanında birçok güzel bilgiler,  zengin bir içerik ile veren bu çocuk dergisini ben çocuğu olan tüm arkadaşlarıma öneririm. Ki benim okumaya olan aşkımda çocuk dergileri ile olmuştur. Yazma sevdam ise bu çocuk dergilerine gönderdiğim ufak ama bir çocuk için çok büyük olan yazılar ile başladım. Belki okuyan çocuk yazmaya değil, bilime yönelir. Belki sadece okur bir genel kültür alt yapısı olur. Ama ne olursa olsun bu tarz dergiyi okuyan bugünün çocuğu yarının adamı olur. Ki burada adamı adam gibi adam olarak kullanıyorum ve cinsiyet temeli olarak da kullanmıyorum. Ve benim çocuğum olsa bu dergiyi beraber okurdum çocuğumla. O öğrenme sürecinde onun yanında olmak ve yeni şeyler öğrenmenin ilk mutluluklarını beraber yaşamak için.
Bilim ile dolu, içinizdeki çocuğun hiç büyümediği bir gün olması dileği ile;
Sevgiler…
Yazımı bittirmeden, dergiyi alan arkadaşımın evine her ay bir uğrasam iyi olur diyorum, ne dersiniz?
Öpüldünüzzzz...

 
 
 
 

3 Şubat 2016 Çarşamba

Keşke Ben Uyurken Gitseydin…

Hayalleriyle Gerçekler farklıydı. İyi ki…
Renda, kimine göre saf, kimine göre kurnaz, kimine göre şirin, kimine göre şanslı, kimine göre umutsuz âşık, kimine göreyse vazgeçilmez bir kadın, aynı senin gibi…
Bazen ulaşılmaz, bazen yapışkan; bazen tatlı, bazen yaka silktiren. Bazen çok genç, bazen çok olgun. Kime sorsan farklı anlatıyor. Aynı seni anlattıkları gibi…
Renda’nın anlattıklarının tamamına inanmamak gerekiyor sanki. Bazen abartıyor, bazen çok pebe görüyor, bazense hiç ‘’ anlatmıyor ‘’. Aynı sen gibi…
 
Onu okurken, ona bazen kızıyorsun, bazen acıyorsun, onu bazen seviyorsun, bazen ondan nefret ediyorsun. Bazen tanımak istiyorsun, bazen ‘’ aman benden uzak olsun ‘’ diyorsun. Aynı senin için de düşündükleri gibi…
 
Tatlı hayalleri, ulaşılmaz hedefleri, aniden dönen şansı ve kakarsız kaldığı anlar var, aynı hepimiz gibi…
Renda, belki de partide sırt sırta olduğun, sinemada arka sırada oturan, kasa kuyruğunda arkada bekleyen, mağazada elini aynı elbiseye attığın, aynı spor salonuna kayıtlı olduğun, restoranda yemek yediğin masada senden önce yemek yiyen biri.
Onun dünyasına girmeye hazır mısın?
Ben okunacak kitap tercihlerinde insanın içinde bulunduğu ruhsal durumunun oldukça etkili olduğunu inanırım. En azından benim tercihlerimde oldukça etkili.
Normal bir zamanda, benim okumak için tercih etmeyeceğim bir kitap türünde bu kitap.
Ama bir bunalım anında, sadece okumak, gülmek ve bunun yaparken de içinde bulunduğum durumdan kısa bir zaman da olsa çıkmak için tercih ettiğim Keşke Ben Uyurken Gitseydin benim bu amacıma ulaştırdı.
Hiçbir şey düşünmeden Renda’nın dünyasında gezindim. Renda’ya kızdığım anlar olsa da çoğu zanda güldüm. Özelliklede her bölüm sonunda bölümde Renda’nın gözünden anlatılan olayın, diğer kahramanla gözünden değerlendirilmesi kısmında ise koptum.Hele Ayak Fetişi hakkında manikürcü kız ile yaptığı konuşmada…
Kitabın, yaşamı algılayışı benim kendi değerlerime kesinlikle uymasa da, sonuçta ben belli bir yaşı geçmiş bir bayan olarak ( alın size bir bunalım sebebi daha, yaşlanıyorummmm ) Renda’nın etkisi ile kendimi önüme çıkan ilk adamın kucağına atmayacağıma göre ( yoksa atmalı mıyım, atmadım da ne oldu )beni anlatılan hikâye ve hayat görüşü rahatsız etmedi.
Renda ile birçok konuda uyuşmasak da bende Renda gibi Acı Çekmede Bir Dünya Markası olmaya adayım.
Şunu da belirtmek isterim ki kitap daha ziyade bayan okuyucuya yönelik bir kitap bence. Ama bizim ( sonuçta bende bir bayanım ) olaylara nasıl baktığımız hakkında kitabı okuyacak olan erkeklerde fikir verebilir. Benden söylemesi…
 Kitap hakkında genel bir değerlendirmede bulunarak yazımı sonlandırmak istiyorum; ben kitabı sevdim. Beni içinde bulunduğum ruh halimden kısa bir süre olsa da uzaklaştırdı. Eğer sizde benim gibi bir bunalım anında iseniz tercih edebileceğiniz bir kitap. Serinin diğer kitaplarını da baka bir ruhsal bunalım anında okuyabilirim.
Peki, siz bu kitabı veya serinin diğer kitaplarını okudunuz mu?
Yorumlarınızı benimle paylaşır mısınız?
Sevgiler…